Öne Çıkanlar Mahmut Özer BİM yüz yüze eğitim Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki Eğitim Merkezi Tarım Alanı Çerçeve Öğretim Programı

Nafaka, Hakim ve Savcı Yardımcılığı, Aile İçi Şiddet, Kadına Şiddet Açıklaması

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, ''Nafaka Adalet Bakanlığının uzun zamandır gündeminde olan bir konu. 1988 yılına kadar Türkiye’de nafaka süreliydi. Ancak daha sonra 1988 yılında Medeni Kanun’da yapılan bir değişiklikle nafakanın süresiz talep edileceği kanuna kondu. Daha sonra Yargıtay uygulamalarında “süresiz talep edilir” ifadesinin hakimin takdir hakkını ortadan kaldırdı, dolayısıyla nafakanın süresiz hükmedilmesi gerektiğine hükmetti ve yerleşik istikrar kazanan bir içtihat oluşturdu.

Demokratik sosyal devletin yapması gereken bir şey olarak Anayasa Mahkemesi daha sonra bunu değerlendirir. Çünkü bu süresiz talep edilir kısmını Anayasaya aykırı görerek Anayasa Mahkemesine de götürüldü ve Anayasa Mahkemesi burada da bunun Anayasaya uygun olmadığına, sosyal devletin yapması gereken gereklerden birisi olarak değerlendirdiğini ifade etti. Dolayısıyla açılan davayı reddetti. Şimdi bazı avukatlar, hukukçular efendim “Yargıtay isterse kanun değişikliğine gerek yok, süreli nafakaya hükmedebilir” diyor. Böyle bir şey yok, kanun açık. Çünkü biz nafakayı süreli iken süresiz istenebilir hale getirdik. Eğer böyle bir şey olsa kanun koyucu niye süresiz istenebilir desin. Bir defa burada Yargıtay’ın istikrar kazanmış içtihadı ortada, yasa ortada, yasanın gerekçesi ortada ve nihayetinde Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği karar ortada. Bütün bunlar varken efendim içtihat değişikliği ile süresiz nafaka süreli hale dönebilir demek ya bunlardan haberi olmamaktır.

Türkiye’de boşanma davalarına baktığımız zaman yaklaşık 2021 yılında 279 bin 700 küsur boşanma davası açılmış. Bunun yaklaşık 180 bini boşanmış. Bunların arasında 30 bin civarında davada nafakaya hükmedildiğini görüyoruz. Dikkat ederseniz 180 bin boşanma var ama hükmedilen nafaka 30 bin.

O yüzden Bakanlığımızın şu anda yaptığı hazırlıklar içerisinde bir yandan sosyal devlet ilkesini gözetmemiz lazım, öte yandan toplumda yaşanana bu sorunun büyüklüğünü ölçmemiz lazım, öte yandan talebin yoğunluğunu ve bu talebin her iki tarafından doğuran hak ve menfaatleri ve zararları hesap etmemiz lazım. Bütün bunları geniş bir çerçevede değerlendiriyoruz.

Yeni Bakan olduğum zaman bu konu bizim dışımızda medyada yer aldı sanki Bakanlık medyaya bilgi vermiş gibi. Halbuki bizim böyle bir bilgi vermemiz söz konusu değil. Ben de medyadan takip ettim. Bir sürü ahkam kestiler “Bakanlık şöyle yapıyormuş” diye bize de bir sürü eleştiri yaptılar, yani yapmadığımız işten yapmış gibi muamele ettiler. Şu anda Bakanlığımız bu sorunu görüyor. Türkiye’nin böyle bir sorunu var ve bu sorunla ilgili çalışmalar var ama şu an ki önceliklerimiz arasında yok. Ama bu sorun büyüyecek ve Türkiye bu sorun üzerinde daha çok tartışılacak ve bir çözüm de üretmemiz gerekiyor.

Bu sorun sadece kadın, erkek aleyhine değil her iki tarafın aleyhine lehine sonuçlar doğuran bir sorun. Sorun dengelendiği zaman çözümü her iki tarafın da talep edeceği bir noktaya gelir. Şu anda gördüğüm kadarıyla sorun henüz dengelenmemiş durumda, Çözüm için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu değerlendiriyoruz.

Türkiye de şu an da sosyal medya savcılığı ve sosyal medya mahkemelerinin olduğunu görüyorum. Hakimler görevlerinde bağımsız ve tarafsızdır. Kararlarını verirken Anayasaya, kanuna ve hukuka bağlı vicdani bir kararla verirler. Sosyal medya şöyle yazıyor, falan gazeteci şöyle yazıyor, filan yorumcu böyle diyor, eğer hakim ona bakarsa dosyayı unutur, bu sefer Anayasa, hukuk, kanun, dosya ve delilden uzaklaşan bir vicdanla bambaşka bir karar ortaya çıkar. “Benim vicdanım rahat” derler. Hakimin vicdanı Anayasaya, kanuna, hukuka bağlıysa rahattır. Ama eğer hiçbir yere bağlı değilse, kamuoyunu tatmin etme duygusuna bağlıysa, medyaya başka şeylere bağlıysa, o zaman o vicdan rüzgarın önünde ki yaprak gibi olur, bir o yana gider, bir o yana gider. Ne hakkı, ne de hakikati tespit edip sahibine teslim edemez. Bizim mevcut Anayasamız da ve hukukumuz da vicdanı başı boş bırakmamış. Onun için sosyal medyaya bakmadan, dosyaya bakacağız, karar vereceğiz.

Sosyal medya istediği kadar yazsın çizsin, biz kararımızda doğruysak mesele yok, o zaman ne yapacağız gerekçemizi ikna edici yazacağız, gerekçe yeteri kadar doyurucu olursa, okuyanlar o sosyal medya dan etkilenenler o gerekçeyi okuduğunda sosyal medya haberinin gerçek dışı olduğuna kararın doğru olduğuna ikna olur, ama sizin kararınız doğru ama gerekçeniz yeterli ve doyurucu değilse okuyan da ikna olmaz, o da sizi suçlar. Onun için burada yargı görevi yapan hakim ve savcılarımızın aldıkları kararlarla ilgili bu gerekçelendirme ve dosyaya koydukları bilgi belge delil değerlendirmeleri doyurucu olmaları son derece önemli.

Hakim vicdan terazisinde Anayasa, kanun, hukuka bağlı dosya ve delile dayalı vicdan terazisinde doğru tarttıktan sonra o kararını açıklamalı.

Hakim savcılar arasında 24-25 yaşında göreve başlayanlar oluyor. Bunu biz getirmedik bu bir. İkincisi tabi hakim ve savcılarımızın FETÖ’nün Türk yargısını işgali ve Türk yargısının bağımsız ve tarafsız karakterini ipoteği altına alması nedeniyle Türk yargısı ve Türk milleti büyük bedel ödedi. FETÖ’nün yargıdaki işgaline ve nüfuzuna biz son verdik. Türk yargısı içerisinden tespit edebildiklerimizi yargının dışına attık. Çünkü bağımsız ve tarafsız hareket edemeyen vicdanı Anayasa, kanun ve hukuk dosya delille bağlı olmayıp ta bir terör örgütü ile bağlı olandan adalet beklememiz mümkün değildir. Millete de böylelerinin adalet dağıtmasına izin vermemiz bizim sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmemek olur. Adalet terazisinin ayarları doğru olmalıdır ve bozulmasına da devlet izin vermemelidir. Hükümetlerin asli görevlerinin biri bu terazinin ayarlarını korumak bozulmasına ve bozmak isteyenlere asla izin vermemektir. Biz izin vermedik ve onları temizledik. Türkiye’ye çok büyük bir iyiliği yaptık böylelikle. Ama onların yeri tabi temizlenince yeni yargıya kişiler almak durumunda kaldık. Bir geçiş dönemi yaşadık. Biz 15 Temmuz’dan hemen sonra 20 Temmuz’da İstinaf mahkemelerini kurduk, o zorluklar içerisinde ve yeni hakim ve savcılar aldık. Onları kısa bir meslek öncesi staj eğitiminden sonra görevlendirdik. Şu anda çok sayıda genç hakim ve savcımız var ama bunlar tecrübe kazandılar. Belki ilk zamanlarda eksiklikleri nedeniyle uygulamada bazı aksamalar, sıkıntılar olmuş olabilir ama şu anda baktığımız da 2016’dan bu yana yaklaşık 6 yıl geçti. Dolayısıyla bir tecrübe dönemi oldu. Bundan sonraki süreçte bu tecrübe eksikliğinden kaynaklı sorunların azalacağına inanıyorum.

Bakanlık olarak yeni bir adım atma kararı aldık.  Daha nitelikli hakim ve savcıları kürsüye gönderme kararlarımız çerçevesinde hakim ve savcı yardımcılığı müessesini Türk hukukuna kazandırıyoruz. Mezun olan gençlerimizi bir hakimin yardımcısı ya da bir savcının yardımcısı olarak atayacağız. Bir hakim veya savcıya en fazla iki kişi atayacağız. Bir usta çırak ilişkisi içerisinde bizzat arazide kürsünün yanında savcının, hakimin nezaretinde adeta hakim gibi ona yardım edecek çalışacak. Biz bu kişiye 3 yıl süre vereceğiz. Bu 3 yıl eğitim, hakim ve savcı olma yaşını 30 yaşına doğru çekecektir. Böylece yaş kıdemli kişilerin kürsüye çıkmasını sağlayacağız.

İkincisi de meslek öncesi hakim ve savcı yardımcılığı eğitimi alacakları için bu kişiler kürsüye çıktıklarında belli bir olgunluğa erişmiş hakim ve savcılar olarak vazifelerini daha iyi yapma imkanı bulacaklardır. Bu adımın da inşallah Mayıs’ta mecliste görüşüleceğini tahmin ediyorum çünkü kanun teklif etme ve yasalaştırma meclisimizin yetkisinde. Milletvekillerimiz bu konu üzerinde çalışıyorlar biz de onlara lojistik destek veriyoruz. İnşallah bu yasalaştığında da 1 Ocak 2023’te yeni sistemi devreye alacağız ve böylelikle daha nitelikli bir hakim savcı yetiştirme sistemini hukukumuza yargımıza kazandırmış olacağız.

FETÖ bin bir kılığa giren bir terör örgütü. Ben 25 Aralık 2014’te Adalet Bakanı oldum. O zaman sayın Efkan Ala’da İçişleri Bakanı olmuştu. Tabi İçişleri Bakanlığında tasarruf yapmak daha kolay. Bizde Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) yapıyor bu tasarrufu. O zaman ki yapıyı da siz biliyorsunuz. Şimdi tabi İçişleri Bakanlığı idari şey olduğu için atadı bazı emniyet müdürlerini. “Bu kesin FETÖ’cü değildir” diye devletin bütün imkanlarıyla tetkik edildi. Temiz olduğu tespit edildi atandı. Ama aradan bir zaman geçti atadığı adam görevden alınandan daha üst rütbeli çıktı, sonra onu aldılar. Başka birini atadılar. Sonra o da terör örgütünün bir elamanı çıktı. Şimdi burada devletin şöyle bir zorluğu var, FETÖ üzerinde kriminal gözle devletin yaklaşımı ilk defa AK Parti döneminde oldu. Ondan önce böyle bir saik yaklaşma maalesef olmamış. Olmayınca elinizde sizin sağlam bir veri yok. Sadece irticaya ilişkin işte MGK’da başka yerlerde devletin yerlerinde genel birtakım ifadeler var. Ama “bunu somutlaştır, bireyselleştir, araziye uygula” dediğimiz de ortada bunu somutlaştırdığında bireyselleştirdiğinde uygulayabilecek fazlaca elinizde malzeme yok. O dönemde bunların bin bir kılıklı halini daha yakından gördük.

12 Ekim 2014’te biz seçim yaptık, o tarihi bir dönüm noktasıdır. Yargıda Birlik Derneği’ni kurduk. Arkasından bu seçimi yaptık ve o güne kadar yargıda kendini gizleyen ne kadar FETÖ’cü varsa hepsi bütün endamıyla ortaya çıktı. Öyle mücadele ettiler ki, şaşarsınız. Yargıda Birlik Derneği’nin adaylarını tehdit edenler mi var, “seçimden sonra seninle görüşürüz” deyip masasına gidip tabancasını koyanlar mı var. Çünkü onlar o kadar emindiler ki seçimi kazanacaklarından. Halbuki seçimi Yargıda Birlik Derneği’nin çıkardığı adaylar kazandı. FETÖ’nün belini kıran ilk tarihi adım esasında 12 Ekim 2014 HSYK seçimlerini Yargıda Birliği Derneği’nin adaylarının kazanmasıdır. Ondan sonra zaten mücadele daha etkin daha verimli bir hale geldi.

Şu anda yargıda 4 bin civarında meslekten ihraç edilen var. Bunlarla ilgili süreçler zaten devam ediyor. Biz hükümet olarak ihraçlarla ilgili sadece yargıdan değil memleketin diğer kamu birimlerinden ihraçlar konusunda da şeffaf davrandık. Hepsini KHK ile Resmi Gazete’de yayınladık, sonra KHK’ları getirdik, mecliste görüştük. Anayasa Mahkemesinin denetimine tek tek açıldı. Anayasa Mahkemesinin denetiminden bunlar geçti. Sonra Olağan Üstü Hal  (OHAL) komisyonu kurduk. OHAL komisyonu açmak yargı yolunu da açmak demektir. İdari yargıya gidiyorlar oradan netice alamazsa İstinaf’a, Danıştay’a oradan alamazsa, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruya, AİHM’e kadar gitme imkanları var.

Biz bütün bunların yollarını açtık. Bizim amacımız hak ve hakkaniyetli olanı yapmaktır, doğru olanı yapmaktır. Eksik yanlış varsa komisyondan döner ya mahkemeden döner ya da başka yerden döner. Biz hukuka uygun hukuk içinde de bütün bunları yaptık ve hukukun denetimine de sonuna kadar açtık. Meclisin, medyanın, dünyanın da denetimine açtık.

Şimdi devletin içinde yargı dahil FETÖ’nün kurucu, oyun kurucu veya organize edici bir aktör olma vasfı yok. Kıyıda köşede kripto, kendini gizlemiş birisi var mıdır olabilir çünkü bu bin bir kılığa giren bir terör örgütü. Böyle saklanan birileri olabilir. Onlar ne kadar saklanabilir onu göreceğiz.

Şu an da devlette etkin olma hiçbir şekilde öyle bir şeyleri yok güçleri yok, imkanları yok. Biz onları tespit ettiğimiz de hukukumuz çerçevesinde gereği neyse onu yapmada tereddüt etmeyeceğiz.

Devlette görev yapanların devletine milletine ve Anayasasına sadakat yükümlülüğü vardır. Eğer siz Anayasanıza, devletinize, milletinize sadakat yükümlülüğüne aykırı davranıyorsanız devletin sizinle çalışmama hakkı vardır.

Nitekim doğu Almanya, Batı Almanya, Macaristan, Romanya, Sovyetler dağıldıktan sonra duvarlar yıkıldıktan sonra Sovyetler döneminde çalışan pek çok kamu çalışanına Almanya’da yaklaşık 500 bin kişinin iş akdini Alman hükümeti fesih etti. AİHM’e de gittiler. AİHM dedi ki, sadakatinden şüphe ettiği kişiyle de devletin çalışmama hakkı vardır dedi, davaları reddetti. Türkiye’nin yaptığı da budur. Devletine sadakat yükümlülüğü Anayasasına sadakat yükümlülüğü olanların sadakatinden şüphe ettiği zaman hele ihanetini tespit ettiği zaman hangi ülke onları çalıştırır. Memursa bunu kabul edecek, bu durumun siyasetle hiç alakası yok. Memursanız, hakimseniz, savcıysanız kamuda çalışıyorsanız sizin Anayasaya, yasalara ve hukuka hem bağlı olma hem uyma hem uygulama yükümlülüğünüz var. Eğer siz sadakatinizi oraya değil de başka yere yaparsanız o devlette bunu görür size bir şey yapmazsa o zaman o devletin ayakta durma şansı olmaz. İçine kurt girmiştir. Hiçbir devlet içinde bu tür ağacı içinden kemiren kurtlar gibi, o ağacı yok edecek çınarı devirecek kurtların yaşamasına izin vermez. Devletin sıhhati, bekası, selameti, milletin devletin gölgesi varlığı sayesinde mutlu yaşaması için devleti yönetenlerin bu hassasiyeti göstermesi onların asli vazifesidir.

Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan’a devredilmesi kararı eleştiriliyor. Önce bu eleştirileri yapana iyi bakmak lazım. Kaşıkçı cinayeti konusunda dünyada en etkin, en kararlı en onurlu davranışı ortaya koyan tek ülke Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. İlk günden itibaren olaya müdahil oldu Türkiye. Amerika ne yaptı, İngiltere, Fransa ne yaptı? Konuşuyor herkes, Almanya ne yaptı, bir yandan insan hakları demokrasi diyorlar öte yandan Kaşıkçı cinayetini neredeyse yok farz ettiler. Ama Türkiye ne yaptı bakın o zaman haktan hukuktan adaletten yana durdu ve bütün olumsuzlukları da göze aldı, Suudi Arabistan’la ilişkilerin bozulması dahil. Çünkü biz halktan yana bir dış politika haklı esaslar üzerine takip ediyoruz ve öyle tavır koyduk ama 2018'den bu yana aradan geçen süre içerisinde yargılamada bir milim ilerleme sağlanamadı. Çünkü 26 sanık var. Bu sanıkların yargılanabilmesi için Türk yargısının huzuruna getirilmesi lazım ve bunlar Suudi Arabistan vatandaşı oldukları için bugüne kadar mahkeme huzurunda hazır bulundurulamadılar. İstinabe yoluyla veya adli yardım yoluyla bunların ifadesinin alınması gerekirdi. Bugüne kadar adli yardım taleplerine de cevap verilmedi istinabe taleplerine de cevap verilmedi ve bunların yakalanmasına ilişkin çıkartılan kırmızı bültenlere herhangi bir cevap verilemedi.

Duruşma günü geliyor, duruşmayı açıyor kapatıyor çünkü ortada yargılayacak mahkemenin huzurunda bir sanık yok, sanığı huzura getiremedik. Suudi Arabistan vatandaşı olduğu içinde onlar vermeyeceğini zaten açıkladı, hukuk devletlerinin hepsinde vatandaşının iade edilmeyeceği de çok açık ve net bir kural. Şimdi böyle bir hakikat varken ve 2018’den bu yana geçen 4 yıllık zaman içerisinde bu yargılamanın netice ve mesafe almadığı ortada iken bundan sonra Türk mahkemesinin yapacağı şey süreci beklemek yani zaman aşımı dolmasını bekleyerek dosyanın açık kalması. Çünkü Suudi Arabistan “biz bunları iade etmeyeceğiz” dedi. Suudi Arabistan Türkiye’den talep ediyor, “bu yargılamaları bize devredin, biz yargılamayı yapalım” diyor.

Türkiye ile Arabistan arasında da iki ülkenin hak ve menfaatlerini esas alan bir ilişki ağı var. Bu ne kadar sürdürülebilir böyle bir cinayetin zamanaşımı süresi ne kadar baktığınızda biz o süre kadar bu dosyayı açık mı tutacağız.

Uluslararası anlamda Suudi Arabistan ile Türkiye arasında bir adli yardımlaşma anlaşması yok. Ama uluslararası bir adli yardımlaşma anlaşması var yapılan şey davanın durdurulması ve yargılamanın Suudi Arabistan’a nakledilmesi tamamen yasaya uygundur. Şimdi yasa çok net söylüyor 6706 sayılı yasanın 24’üncü Maddesi bir yıl daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda soruşturma ve kovuşturma sırasında eğer şüpheli veya sanığın yabancı devletin vatandaşı olması nedeniyle mahkeme huzurunda bulundurulamıyorsa ya da adli yardım yoluyla da savunması alınamıyorsa bu halde diyor soruşturmanın veya kovuşturmanın nakline karar verilebilir. Burada yapılan şey bu. “Adalet Bakanı uygun görüş verdi” Bu kanun burada böyle dururken, Adalet Bakanı nasıl hayır diyebilir buna? Yargılama yapılamıyor, adli yardım yoluyla ifadeleri alınamıyor, sanıkların duruşmada mahkeme huzurunda hazır edilmesi temin edilemiyor. Şu anda duruşma açılıyor ama sanık olmayınca yargılama yapılamıyor.

Suudi Arabistan’ın talebi oldu, bu talep mahkemeye iletildi mahkeme talebini değerlendirdi. Savcı mütalaasını verdi, Adalet Bakanlığından görüş sordu. Biz de nakli yönünde uygun görüş bildirdik. Şimdi bu 26 sanıktan 11’ini Suudi Arabistan’ın yargıladığını, 8’i hakkında da mahkumiyet kararı verdiğini görüyoruz.

Şimdi dava orada sonuçlanmadı, onlar 11 kişiyi yargıladılar, bu davanın naklinden sonra ismi geçen diğer sanıkları da yargılayacaklar, devam edecek o sanıklarla ilgili de kararlar verecekler. O kararlara göre Türkiye’deki davanın düşmesine ya da devamına karar verilecek. Şu an da dava düşmedi, dava derdest Türk Mahkemesi elinde, davanın durmasına ve yargılamanın nakledilmesine karar verildi. Dava duruyor, yargılama nakledildi, Suudi Arabistan Mahkemelerinde yapılacaktır. Burada Türkiye’nin yargı yetkisini devretmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Ama sanki yargı yetkisini Türkiye devretmiş gibi haksız bir algı da oluşturulduğunu buradan ifade etmek isterim. Eğer mahkumiyet çıkarsa kanun gereği Türkiye de davanın düşmesine karar verilecek. Başka bir karar çıkarsa o karara bakıp inceleyecek, o kararı uygun bulursa yine düşme kararı verebilir. Kararı uygun bulmazsa yargılamaya kaldığı yerden Türk Mahkemesi devam edecektir.

Adnan Oktar davası ile ilgili Adalet Bakanı olarak benim konuşmam doğru olmaz. Yürüyen bir dava şu anda yargılanan sanıklar var ve onların yargıdan beklentileri var, müdahiller var onların yargıdan beklentileri var, şimdi ben burada bu davaya dair değerlendirme yaparsam haksızlık yapmış olurum. Anayasa ve kanuna aykırı davranmış olurum bir. İkincisi dosyaya vakıf değilim. Delillere vakıf değilim, sadece medya dan okuduğum şeyler üzerinden de bir değerlendirme yapmayı doğru görmem, kaldı ki vakıf olsam bile benim Bakan olarak böyle bir değerlendirmeyi yapmayı doğru görmem. Benim burada söyleyeceğim şey şu, işleyen bir hukuk sistemimiz var, bırakalım hukuk kendi mecranda aksın işlesin ve adalet tecelli etsin yerini bulsun, bizim temennimiz o olur, yargılama devam ediyor, bundan sonra ki süreci herkes takip edecek.

Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uyma taahhüdü var. Türkiye bugüne kadar, bu taahhüdüne bağlı kalmıştır. Türkiye’nin hakkında 4 bin 259 dava da AİHM kararlarının uygulanmadığına ilişkin, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine şikayette bulunur. Bunlarla ilgili Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 3 bin 750 dosya da Türkiye’nin AİHM kararlarını uyguladığını kabul etmiş ve dosyaları kapatmış. Sadece 509 dava ile ilgili şu anda inceleme devam ediyor. Orada da Türkiye’nin uygulamadığına dair kararlar çıkacağını düşünmüyoruz. İnceleme bittikçe orada da Türkiye hakkında bu kararlarda Türkiye tarafından uygulanmıştır kararının tespit, tescil ve ilan edileceğini inanıyoruz çünkü biz uyguladık.

Osman Kavala ile ilgili konuya gelince Türk mahkemesi bu kararı uyguladı, Osman Kavala AİHM’in hakkında verdiği ihlal kararına konu olan davada tahliye edildi. Ama başkaca devam eden yargılaması nedeniyle o dosyadan şu anda tutuklu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine giden konuda da bu sanki önceki tutukluluğun devamı gibi bir değerlendirme yapılıyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu konuda Türkiye de çifte standart uyguluyor.

Bizim uyguladığımız bir kararla ilgili bu tutuklamayı önceki kararın devamı gibi niyet okuyarak yorum yapıyor. Başkalarına uygulamadığı şeyi Türkiye uyguluyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, burada infaz edilmedi kanaatine varıp, konunun İnsan Hakları Mahkemesi tarafından değerlendirilmesini istiyor, mahkeme değerlendirdi. Biz bu çifte standardı kabul edemeyiz. Yunanistan’a gelince isminde Türk kelimesi geçiyor diye, derneğin kuruluşunu engelleyeceksiniz, hak ihlali verecek AİHM. Yunanistan hesap edin yaklaşık, 2008’den bu yana ne yapıyor, 14 yıldır bu kararı infaz etmiyor ve siz ona hiçbir şey yapmayacaksınız. Ama Türkiye de infaz edilmiş bir karar üzerinden, niyet okuyuculuğu yaparak sen bunu infaz etmedin diye, Türkiye’yi haksız yere suçlayacaksın. Biz bunu kabul etmeyiz.

Türkiye’nin hak ve menfaatin hukukun korumak benim görevim ama benim dışımda muhalefetin de görevi, herkesin görevi. Yani biz verilmiş bir ihlal kararı var, Türk Mahkemesi bu ihlal kararının gereğini yerine getirmiş. Başka bir dosyadan tutukluluğu var, siz o tutukluluğu ihlal kararı verilen dosyanın tutukluluğu gibi değerlendiremezsiniz. Niyet okuyuculuğudur bu. Çifte standarttır bu. Maalesef onu yapıyor. Türkiye’nin böyle bir haksızlık karşısında Türkiye’nin susmasını beklemek Türkiye’yi yönetenlerin Türk Milletinin hak ve menfaatini korumadığı anlamına gelir.

Bu birtakım uluslararası raporlar yayınlanıyor. İşte diyor ki efendim dünyanın hukukun h’sinden bahsedilmeyen ülkesinde yargı ile ilgili memnuniyet güven endekslerine bakıyorsunuz, zirvede. Yani şimdi Suudi Arabistan bakıyorsunuz ileride. İşte Birleşik Arap Emirlikleri bakıyorsun ileride. Jamaika bakıyorsun ileride. Şimdi akıl var mantık var. Oradaki hukukun Türkiye’deki hukuktan ileri olması mümkün mü. Şimdi o verilerin nasıl hazırlandığını biz biliyoruz. Yani nasıl oluşturulduğunu da biz biliyoruz. Türkiye hukuk devleti bakımından hukuk sistemi bakımından ileri bir anlayışa sahip. Eksiklerimiz yok mu, var. Onları tamamlamak için gayret ediyoruz. Ama birtakım göstergelerin Türkiye’nin gerçekliğini tam yansıtmadığını buradan ifade etmek isterim.

Bir de şunu buradan aracılığınız ile paylaşmak isterim. Yargıdan memnuniyet dediğiniz şey yargıya işi düşen her vatandaşın aldığı karardan memnun olup olmamasını ölçer. Yargıya güven biraz daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Tabi buna yargı memnuniyeti bunu etkiliyor. Öte yandan basının eleştirileri bunu etkiliyor. Siyasilerin eleştirileri bunu etkiliyor. Yanlış kararlar bunu etkiliyor. Dolayısıyla yargıya güven konusunda da hepimize büyük vazife düşüyor. Sadece hakimlerin savcıların verdiği kararlarla yargıya güveni ve yargıdan memnuniyeti arttırması kolay değil.

Biz yargıdan memnuniyeti ve güveni arttırmak için önemli adımlar attık atmaya da devam edeceğiz. İşte hakim savcı yardımcılığı müessesi bunlardan biridir, İstinafı kurmamız bunlardan biridir, yine aynı şekilde teftişin rutin ve zorunlu hale getirilmesi meslek için eğitimin zorunlu hale getirilmesi, AİHM kararlarına uymanın terfilerde dikkate alınacağının benimsenmesi, yargı etik kurallarını yayınlamamız da bunun bir göstergesidir. Bütün bunların hepsi yargı görevi yapanların görevlerini büyük bir titizlik dikkat ve itinayla yapmaları ve verdiği kararların yargıda memnuniyet ve yargıya güveni arttırma konusunda en üst seviyeye bu duyguları çekmesi için atılmış adımlardır.

Amerika’da pazarlık sistemi var biliyorsunuz oturuyorlar pazarlık yapıyorlar sizinle anlaşıyorlar. Anlaşmaya göre sizin pazarlık usulü anlaşırsanız orada öyle eğer pazarlığa yanaşmazsınız o zaman jürili bir yargılama sistemi var. Ona gidiyorsunuz. Çoğu da oradan çekindiği için pazarlıkta işi bitiriyor. Şimdi orada ayrı bir sistem işliyor farklı. Bizimle oranın tam mukayesesi bizi doğru yere götürmez. Ama Türkiye’ye geldiğiniz zaman kanunların iyi olması yargının verdiği kararların iyi olmasında etkilidir. İyi kanun her zaman okuyanın doğru anladığı doğru uyguladığı kanun olabilir. Ama kötü kanunda olsa eğer uygulayıcılarınız iyiyse onun elinde iyi sonuç verir. İyi kanun da olsa senin uygulayıcıların kötüyse o zaman o kanun kötü sonuç verir.

Takdir hakkını hakim Anayasanın 138’inci Maddesini dikkate alarak, Anayasa, kanun, hukuka bağlı bir vicdani kanaatle dosya ve delilleri değerlendirerek bu hakkı kullanacak. Takdir haklarında hata olabilir mi, olabilir. Takdir hakkını kullanan kişi sonuçta etten kemikten olan bir insan. Ama kasıtlı hata olmadıkça öbür hatalar düzeltilebilir hatalar.

Ben kanunlarımız da sıkıntı olduğunu düşünmüyorum.  Şimdi iyi hal ile ilgili konuda kanun mesela kravat taktı işte güzel göründü saygılı davrandı, iyi hitap etti diye indirimi emretmiyor.  Yani bizim takdiri indirim nedenleri arasında böyle bir neden yok. Ama uygulamaya baktığımız da medyadan çıkan haberlere baktığımızda “traş oldu, indirimi kaptı” diyor, “kravatı taktı, indirimi kaptı” diyor. Şimdi halbuki orada daha net ifadeler var, duruşma sırasındaki davranışları diyor. O davranıştan kasıt ne, pişmanlığı hissettiren davranışlar. Önceki sabıkası, geçmişi, sosyal çevresi, ilişkileri gibi. Ama biz gördük ki kanun böyle olmasına rağmen uygulamada sorunlar var. O zaman biz o pişmanlığı açık yazdık. Sen davranışa bakarken bu pişmanlığı size hissettiriyor mu ona bir bakın. İkincisi sadece kişinin duruşu ve mahkemeyi hakimi etkilemeye dönük hareketleri nedeniyle indirim yapılamaz diye bir yasak koyduk. Yasada şimdi var. Ayrıca bir de orada ucu açık bir takdiri indirim nedeni bırakıyor ve benzeri diyor. Yani aklınıza gelecek ne varsa hepsini hakim isterse ve benzeri ucu açık kavram olduğu için hepsinde takdiri indirim nedeni kullanabilir. Biz bunu da kaldırdık, sınırladık. Bu hallerden birisi varsa o zaman hakim bu takdiri indirim nedenlerini uygulayabilecektir. Ama sadece duruşmada mahkemeye dönük, mahkemeyi etkilemeye dönük tutum, tavır ve davranışları indirim nedeni olarak değerlendirilmeyecektir. Ayrıca indirimi yazan, uygulayan hakim bunun gerekçesini de açık açık yazacak. Niye indirdi, yani bir daha suç işlemeyeceği kanaatine nasıl vardı, onu yazacak, gerekçede bu görülecek. Bundan sonraki süreçlerde bu takdiri indirim nedenleri üzerinden toplumu infiale neden olan tartışmaların ortaya çıkacağına inanmıyorum, böyle umut ediyorum.

Şiddetin kadına, çocuğa, kendini savunamayacak kişiye, engelliye karşı yapılması halinde bu cezayı arttırıcı bir neden sayılıyor. Dolayısıyla bu ayrı bir suç değil sadece cezayı arttırıcı neden. Ancak kadına karşı şiddet konusunda toplumda önemli bir farkındalık oluştu. Onun sebebi de AK Parti hükümetlerinin attığı adımdır. Eskiden kadına karşı şiddet olduğu, kayıtlarda şiddet değil darp diye geçiyordu. Darp diye kayıtlara geçince kimin kimi darp ettiği belli olmuyordu. Şimdi biz 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanununda darp suçunda aile içi şiddetin re’sen takip edileceğini yazdık. Aile içi şiddet artık şikayete tabi değil, bu büyük bir devrim oldu.

İkincisi hem kollukta, hem adliyelerde bu şiddetin açık açık kayıtlara geçmesi istatistiklere yansıması konusunda da adımlar attık. Dolayısıyla bu rakamların görünür hale gelmesinin sebebi, yasalarda yaptığımız değişiklikler ve uygulamada attığımız adımlar ve kayıt sisteminin buna göre değiştirilmesi ve buna göre adımların atılmasıdır. Tabi Türkiye 84 milyon bir ülke. 84 milyon ülkede arzu etmediğimiz nice kötü hadise oluyor. Dünyanın her tarafında da benzer hadiseler oluyor. Gönül arzu ediyor ki bunların hiç birisi olmasın. Kadına karşı şiddetin, diğer şiddet olayların önlenmesi için elbette cezaların caydırıcılığının çok önemi var. Ama burada bir şeyi unutmamız lazım. Ceza, suç işlendikten sonra devreye giriyor. Mahkeme bir kadına karşı şiddet olduktan sonra devreye giriyor. Eşi dövüyor, ya da eşi öldürüyor ondan sonra kolluk alıyor öldüreni döveni ondan sonra mahkemeye geliyor. Kadın ölmüş oluyor. Onu geri getiremiyoruz. Şiddet görmüş oluyor onu telafi edemiyoruz. Onun için burada cezaların caydırıcılığına önem verdiğimiz kadar önleyici hukuk dediğimiz bu fiillerin işlendiği iklimin oluşmasına, ahlakın kültürün oluşmasına bunların hoş görülmesine izin vermeyen bir ortamı oluşturmak lazım.

Önleyici hukuk diyoruz. Yani bir suçun işlenmesini oluşturacak iklimi oluşturmamak ya da suç işlenmeden o suçun işlenmesine mani olacak mekanizmaları çoğaltmak. Son derece önemli bir konu. Biz bunun üzerinde yeteri kadar mesafe alamadık. Burada mesafe almamız gerekiyor. Onun için Adalet Bakanlığı olarak biz bir adli veri bankası kurma kararı aldık. Şu anda da işlemeye başladı. Burada Google gibi bir düzen kuruyoruz. Bu düzenin içerisinde de örneğin bir cinsel istismar suçu işlendi. Bastınız nerede işlendi hangi il, hangi ilçe, hangi sokak, hangi cadde, hangi saat, yaz, kış, mevsim, işleyenin eğitimi mesleği, mağdurun eğitimi mesleği bütün bunları tabloda göreceksiniz. O zaman gördüğünüz de işte diyelim bir yerde bu suç oranı yüksek. O zaman o yerdeki eğitim, o yerdeki diyanet, o yerdeki sosyal çalışmacılar, psikologlar, devletin ilgili birimleri oraya bir özel ilgi gösterecek ve orada ayrı bir eğitim politikası izlemesi veya ayrı bir sosyal çalışma yapması gerekecek.

Bu çalışmaları bizim çoğaltmamız ve önleyici tedbirleri arttırmamız gerekiyor. Cezayla suçların işlenmesini önleyen dünyada hiçbir ülke yok. Cezanın caydırıcılığına önem vermemiz lazım bir ama öte yandan da bu suçları önleyici hukuk mantığı çerçevesinde işlenmesini önleyen mekanizmaları güçlendirmemiz gerekiyor.

Eğitimden başlıyor bu iş. Doğumdan başlıyor. Çocuğun yetiştirilmesinden başlıyor. Aileden başlıyor. Şimdi o yüzden ailelerin de bu işe çok önem vermesi lazım. Aile işin üzerinde duracak. Okul duracak, Diyanet Bakanlığı duracak, Aile Bakanlığı duracak ve devletin bütün birimleri duracak medyada duracak.

Hepimiz hassas olursak burada ki kişileri kınayan, kötüleyen, bu işi yapanları dolayısıyla iyileri iyi örnekleri öne çıkaran işler yaptığımızda, kötüleri azaltır iyileri çoğaltırız.

Her yere ayrı bakmak lazım ama eğer kendi haline bırakırsanız, eşitliğin hayata geçmesi, nerdeyse mümkün değil, devletin kadınlar lehine adımlar atmasına ve kadınları desteklemesine ihtiyaç var, aksi takdirde mesafe alamayız. Örneğin, istihdamda kadın istihdamın artıran adımlar attık yüzde 42 oranında arttı ciddi bir rakam bu, bizden önce çok azdı, biz bunun önünü açtık ve artırdık. İyi bir şey yaptık onun için de ne yapacağız biz, destekleyeceğiz kadın istihdamını veya başka alanlarda kadınların başarısını, daha ileriye gitmesini her türlü katkıyı vereceğiz ki kadın güçlü olduğunda erkekte güçlü olur. Tarafların ikisi de güçlü olduğunda, o aile zaten daha güçlü olur. Onun için bizim güçlü bir millet olmamız. Kadınıyla erkeğiyle de güçlü olmamız mümkün. Pozitif ayrımcılığı Anayasamıza biz koyduk.

“Piyasada yani Ayçiçek yağı kalmadı” deyip hemen vatandaşın Ayçiçek yağına hücum etmesini sağlayıp oradan da fiyatları yukarı çekmek gibi yalan yanlış haberle piyasayı manipüle edip fiyatları yükseltmek ve stokçuluk. Her iki suçun cezası 6 aydan iki yıla kadar hapis. Bunlar düşük cezalar, normal de bu cezaların artması lazım, bizim yeni çalışmamızda inşallah bu cezaları artıran bir adım atacağız, hem yalan yanlış haberlerle piyasada fiyatların artmasına daha yüksek fiyatta malların satılmasına neden olan kişilerle ilgili hem de bile isteye stokçuluk yapanlarla ilgili cezayı arttıracağız.

Bu suçları işleyenler şu anda tutuklanamıyorlar. 2 yıldan alttaki suçlarda tutuklama yasağı var. Bunun üst sınırını, hem de bunun alt sınırını değiştiren bir adım atmayı düşünüyoruz. Bu adımdan sonra da stokçuluk yapanlarla ilgili tespit yapılır ve adli olarak dillendirilirse onlarla ilgili gerekli hukuki süreçler işletilecek. Piyasadaki fiyatları artırmak için yapılan manipülasyonların cezasını da artıracağız.

Özellikle yargıya güven, yargıdan memnuniyet endekslerinin Türkiye lehine değiştirilmesi ve adaletin vaktinde tecelli etmesi çok ciddi sorun. Türkiye'de uzayan yargılamalar karar lehte de çıksa adalete olan güveni ve yargıdan memnuniyeti maalesef olumsuz etkiliyor. Bunlar elbette bizim önceliklerimiz.

Birincisi kadına karşı şiddet konusu bizim değişmeyen birinci önceliğimiz, bundan sonra da öyle olacak. İkincisi hakim savcı yardımcılığı ki Bakan olduktan sonra gündeme taşıdığımız ikinci konu.  Hakim ve savcılarımızın meslek öncesi ve meslek içi eğitimleri ve niteliklerinin sürekli artırılması. Üçüncüsü yargının gecikmeden vaktinde tez tecelli etmesi onun üzerinde de özellikle duracağız durmaya devam ediyoruz. Burada da almamız gereken ciddi mesafeler var.

Tabii öte yandan FETÖ elebaşı Gülen dahil pek çok teröristin Türkiye'ye iadesi için Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan ikili ve uluslararası anlaşmalara dayanarak talepleri oldu. Bizim de Amerika Birleşik Devletleri'ne FETÖ'nün iadesi yönünde taleplerimiz oldu. Ama bugüne kadar Amerika Birleşik Devletleri bizim bu talebimize olumlu cevap vermedi. Çok net Amerika FETÖ’yü, PKK’yı, YPG’yi, DHKP/C’yi himaye ettiği gibi bunu da himaye ediyor. Açıkça bunu söylemeseler de uygulamalarıyla bunu bütün dünyaya ilan ediyorlar.

FETÖ ile mücadele sadece yurt içinde değil yurt dışında da devam ediyor edecektir de. Onların her tarafta hukukun önünde hesap vermesini sağlamak bizim vazifemiz.

FETÖ’yü inine girdik ezdik, PKK’yı inene girdik ezdik. Başkaları da öyle olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devletine terör örgütleri ve hiçbir güç, hiza, istikamet veremez, veremeyecektir. Değişmeyen gündemlerden birisi bu. Bunu ısrarla Amerika’dan istemeye devam edeceğiz. Onlar da susmaya veya laf, top çevirmeye devam edecekler ya da Abdullah Öcalan’ı teslim ettikleri gibi “alın size Fethullah Gülen’i de veriyoruz” diyebilirler. Gülen’i de bize teslim ederlerse biz onu yargıya teslim edeceğiz. Bu milletin yargısına hesabını verecek.'' dedi.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.