Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, ''Adalet mülkün temelidir. Toplumda herkesin ve her kesimin beklentisi mülkün temeli olan adaletin dimdik ayakta tutulması, milletin fert fert adaletten beklentisinin vaktinde adil bir şekilde tecelli etmesi, hakkın doğru tespiti ve dosdoğru sahibine teslim edilmesidir. Elbette ki bu yüce görevi hakimlerimiz, savcılarımız, avukatlarımız icra etmektedir. Herkesin istihdam edildiği görev önemlidir. Ama adalet gibi yüce değere hizmet etmek, bu yüce değeri temsil etmek ve bu yüce değerle ilgili beklentilere cevap vermek herhalde görevlerin en yücelerindendir. O yüzden de bu yüce değere hizmet eden hakim, savcı ve avukatlarımızı yaptıkları işlerdeki gayretlerinden, çabalarından dolayı yürekten kutladığımı buradan bir kez daha ifade etmek isterim. İnsanlara haklarını vermek, hak arayana hakkını teslim etmek kadar kıymetli bir şey elbette olamaz. Şunu unutmamak lazım. Adalet, hakimin ya da savcının ya da herhangi bir insanın, yöneticinin, aile reisinin veya iş yerinde patronun, çünkü adaleti sadece mahkemelere, adliyelere has edersek orada da büyük bir yanlış yaparız. Elbette adil kararlar vermek, haklıyı haksızdan ayırmak, hak arayana hakkını bulup teslim etmek yargının görevi ama adaleti ayakta tutmak sadece yargı kararlarıyla mümkün olmadığı da bir başka gerçektir. Eğitimden sağlığa, idarenin her biriminde, aile dahil, belediye dahil nereye giderseniz gidin iş yerinde okulda nerede olursa olsun yönetici durumda olanların adil olması, adaleti ayakta tutmaya en büyük destek olacaktır. O nedenle adaleti ayakta tutmak esasında 85 milyon her bir insanımızın ve hepimizin ortak görevidir. Yetki sahibi olanlar, yetki ve görevleri gereği vazife yapanlar elbette öncelikli ve birinci derecede sorumludur.
Ama şunu da unutmamakta fayda vardır. Adalet aile reisinin veyahut da herhangi bir yöneticinin ya da hakimin veya savcının yahut da avukatın herhangi bir insana ikramı da değildir, ihsanı da değildir. Adalet, vatandaşın bizden ve hepimizden talep ettiği bir hakkıdır ve hakimlere, savcılara, yöneticilere, herkese karar veren durumunda olan herkese düşen adalet ve hak ile hükmetmektir. Adalet hak ile hükmetmek sadece bizim vazifemiz değil, herkesin vazifesi. Bunun altını özellikle çiziyorum. Her işimizde adil olmak ve adaletle hükmetmek hem yüce Allah'ın hem bizim kültürümüzün hem medeniyetimizin hem de Anayasa ve yasalarımızın bize emridir. Biz bir emri yerine getiriyoruz. Yasalarımızın emrini, Anayasamızın emrini, medeniyetimizin, kültürümüzün ve bizi biz yapan bütün değerler bize adaleti, adil olmayı ve adaletle hükmetmeyi emretmektedir.
Nitekim istinaf yolunun varlığı, itirazın varlığı, temyizin varlığı esasında yargı kararlarına bir itirazı, bir eleştiriyi ifade eder, o itirazı, eleştiriyi de ilgili yerler değerlendirir, karara bağlarız. Yargı zaten işin doğası gereği itiraz yoluyla, savunmayla öte yandan iddia ile öte yandan istinafla, temyizle bu eleştiriyi ve itirazı kendi içinde yapıyor. Vatandaşlarımızdan da bunları beğenmeyenler elbette eleştirebilirler. Bu da onların haklarıdır. Ama bu eleştiri yaparken hakim ve savcılarımıza haksız bir biçimde saldırmalarını, onlara hakaret etmelerini, onları itham etmelerini, onları suçlamalarını asla kabul edemeyiz. Herkes değerlendirmesini yapacak ama şahsiyet yapmadan yapacak. Temiz bir dille yapacak, muhataplarını itham ederek değil, muhataplarına saygı duyarak bunu yapacak. Eğer bu usulü bu incelikleri göz ardı ederlerse o zaman yargıya da adalete de en büyük kötülüğü hep beraber yapmış oluruz.
Yargının bu kadar hırpalanması, verdiği kararlar nedeniyle kararı bilmeden gerekçeyi okumadan, dosyadaki delilleri görmeden, hakimin veya savcının ne dediğine bakmadan, sadece sosyal medyada yahut da gazetelerde yahu uzakta siyasi taraftarlık terazisinde tartılan değerlendirmeler çerçevesinde yargıya saldırmak çok büyük bir haksızlık. Esasında adalete saldırmaktır bu aynı zamanda. Yargıya güven duygularının zedelenmesine destek vermektir. Adalete güvenin ortadan kalkmasına destek vermektir. Elbette yargıya güveneceğiz. Kime güveneceğiz? Elbette yargının verdiği kararlarla ilgili bizim de eleştirilerimiz olacak ama demin de söyledim. Bunları hakaret etmeden, şahsileştirmeden, siyasallaştırmadan, hukuk içinde ve hukuka uygun biçimde bizim ahlak ve kültürel değerlerimizde bağdaşır bir biçimde yapmamız lazım. Ama maalesef Türkiye'de bunu yüksek düzeyde yapanları görüyoruz. Sekiz milyon sadece adli yargıda görülen davayı göz önüne aldığımızda bunların içerisinde iki elin parmağını geçmeyecek o da siyasi taraftarlığa uygunluğa göre değerlendirilen anayasa, hukuk, kanun ve delil terazisinde değerlendirilmeyen, dosyadan bihaber kişilerin yaptıkları haberler, yorumlar ve değerlendirmeler çerçevesinde yargıya saldırmak çok büyük bir haksızlık.
Dosyası televizyonlardan sosyal medyadan, gazetelerden, her yerden takip ediyoruz. Türkiye'de sekiz milyon dosya varken eleştirilen dosya sayısı kaç? 5 mi? 10 mu? Daha fazlasını sayan yok. Ben bu rakamları bilerek söylüyorum. Bazen soruyorum. Say bakalım. Bazılarına böyle eleştiriyi yükseltene eleştirilen kaç tane dosya var? Kaç tane karar var? O zaman da diyorum ki bir ülkede sekiz milyon dosya görülür. Bunların yaklaşık altı milyonu hakkında karar çıkar da biz yargıyı karalarken, karar verenleri kötülerken, onlara hak etmedikleri şekilde saldırırken, eleştirirken, görülen 8 milyon dosyadaki kararı görmüyor, sadece 3 dosyada, o da doğru mu, eğri mi bilmediğiniz karar üzerinden saldırıyorsunuz. Bu, vicdanlı bir yaklaşım mı? Bu hakkaniyetli bir yaklaşım mı? Bu adil bir yaklaşım mı? Kaldı ki o davalar da demin söyledim. Siyasi taraftarlık terazisinde tartılan davalar. Benim istediğim kararı verirse Ankara'da hakim var, savcı var. Benim istemediğim kararı verirse sarayın hakimleri sarayın savcıları. Bu dil sadece yargıya saldırı dili değil, yargıya düşmanlık dilidir aynı zamanda. Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk Milleti adına adli süreçleri işleten, karar veren hakim ve savcılarına bu dille saldırma hakkına, gücüne, kudretine sahip değildir. Herkes haddini de bilecek, yerini de bilecek, yurdunu da bilecek, ağzından çıkan sözü kulağı da duyacak.
Yargıya saldırmak hakim ve savcılarımızı yasal yaklaşımlar eksende eleştirmek kararların eğriliğine, doğruluğuna bakmadan artık onlara hakaret etmek Türk milletine de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne de, yargımıza da, adaletimize de yapılmış bir saldırı ve en büyük kötülüktür. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Buradan bir kez daha eleştiri yapan, yapacak olanlara sesleniyor ve diyorum ki lütfen temiz bir dille konuşun. Lütfen hukuki değerlendirmelerle eleştiriniz varsa yapın. Lütfen kararları eleştirin, hakim ve savcılarımızla, şahsileşen bir dille saldırı içerisinde olmayın. Gelen oradan yapıştırıyor. Giden oradan yapıştırıyor. O zaman nasıl bir adaleti ayakta tutacaksın? Hiç kimse Türk yargısını kendi şamar oğlanı gibi göremez, görmeye cüret de edemez. Böyle bir şey olur mu? Böyle bir olması mümkün değil olmasına da izin vermeyeceğiz. İstedikleri kadar konuşsunlar. Hiç kimse Türk yargısının anayasadan aldığı yetkileri ve görevleri anayasa, kanun ve hukuka uygun vicdani kanaatlerine göre kullanmasına engel olamaz, olması da mümkün değildir.
İnfaz sisteminizde cezasızlık algısını ortadan kaldırmak maksadıyla cezası az olan suçlarda yeni bir infaz uygulamasını gündeme getirmeyi ve Türkiye’ye kazandırmayı düşünüyoruz. Biz de neredeyse düşük cezalarda infaz yok ama bu yeni düzenleme henüz netleşmedi, çalışmalarımız sürüyor. Yeni düzenlemede dünya örneklerine de bakıyoruz cezası az olanların belki bir kısmında deliksiz infaz tam infaz, bir kısmında ona göre yani infaz sistemimizi cezasızlık algısını hem ortadan kaldıracak hem de daha nitelikli suçların işlenmesini önleyecek şekilde bir yeniden dizayn etme ihtiyacı da çok net bir şekilde ortaya çıkıyor. Özellikle kadına karşı şiddet ve birçok başka suçların işlenmesine baktığımızda vaktinde tedbir alınmış olsa, hukuk müesseseleri buna izin vermiş olsa belki daha büyüklerinin işlenmesi engel olunabilir mi diye de sormadan edemiyoruz. Bu cezasızlık algısını ortadan kaldırmak için değişik suç tiplerinde ceza miktarlarına bakmak suretiyle bir kısmında tam infaz, bir kısmında belli bir süre infaz ama yargılama sistemini de değiştirerek böyle uzun uzun yargılamalar değil seri ve kısa sürede bitecek bir biçimde oraya da yeni bir usulü de ortaya koyma konusunda kararlıyız. Amacımız sistemimizi ıslah etmek, daha iyi hale getirmek, vatandaşımızın adalet beklentisine olumlu cevap vermek, cezasızlık algısını ortadan kaldırmak, infaz sistemimizin sadece cezaları infaz eden bir sistem olmasından çıkıp infazın yanında ıslah eden rehabilite eden topluma kazandıran yeni bir sisteme dönüştürme konusunda kararlıyız. İnşallah bu konularla ilgili hazırlıklara başladık. Seçimden önce yetişirse önce ama yoksa seçimden sonra hükümet olarak atacağımız ilk adımlardan bir tanesi bu müesseselere dönük yeni adımlar olacaktır. Bazıları biz getirdik efendim şöyle böyle diyenler var. Ben buradan söylüyorum yanlışsa biz getirsek düzelteceğiz kardeşim. İşte buna hocalar, akademisyene vallahi kim ne dese desin. Ben yargıya bakacağım. Yanlış mı? Yanlış. Değiştireceğim. Halka Bakacağız. Yanlış mı yanlış değiştireceğiz? Sonuçlara bakacağız. Bizim milletimizin beklediği sonuçlar mı? Değil mi? Değiştireceğiz. Onlar da makale yazsınlar. Biz işimizi yapacağız.
Çünkü bu iş pratikte, pratiği yapanların bu işi muhatabı olan vatandaşlarımızın ve diğer pek çok kesimi doğrudan ilgilendiriyor. Bizim bunların hepsinin sözüne kulak kabartmamız ve oradan gelenlere doğru mu, eğri mi diye hem bilimin terazisinde hem Türkiye'nin tecrübesinin terazisinde hem mukayeseli hukukun terazisinde tartıp dosdoğru olduğuna inandıklarımızı Meclis’e yasalaşmak üzere Milletvekillerimize ileteceğiz ve meclisimizin kararıyla da inşallah yeni dönem de bu alanlarda yeni adımlar atacağız. Emin olun bu atacağımız yeni adımlar adalete güven, yargıya güven ve yargı hizmetlerinden memnuniyeti arttırıcı vatandaşlarımızın, hakim ve savcılarımızı güvenini de üst düzeye çıkaracak önemli adımlar olacaktır.
Adaletin kapısı hakimin kapısıdır, savcının kapısıdır, kalemin kapısıdır, yazı işleri müdürünün kapısıdır. Eğer bu kapılar halka, hak arayana, 'haksızlığa uğradım' diyene, derdine 'adalet çare olsun' diyene kapanırsa o zaman adaletin kapısı halka kapanmış olur. Lütfen adaletin kapısını, halka da avukatlara da 'haksızlığa uğradım' diyene de size derdini, meramını anlatmak için yanına gelene de sonuna kadar açın. Bundan hakim ve savcılarımızın bağımsızlığı ya da tarafsızlığı ya da adil olup olmadığının ölçümü yapılamaz. Böyle bir nedenle hakim ve savcılarımızın bağımsızlığına, tarafsızlığına, adil olduğuna gölge düşmez, gölge düşürülemez. Hakim ve savcılarımızın tarafsız ve bağımsızlığını, adil olduğunu gösteren ölçü, kapıların avukatlara, halka kapalı olması değil, verilen kararların adil olması, gerekçelerin ikna edici olması, orası gösterir. Siz kararınızda tarafsız olduktan, bağımsız hareket ettikten, adil karar verdikten sonra sizin makamınıza gelip derdini anlatanların onu gölgelemesi mümkün değil. Pek çok vatandaş bana geliyor, 'Derdimi anlatmak istedim, beni dinlemedi, yüzüme bile bakmadı' diyor, ben üzülüyorum. Adaletten bu ülkenin sorumlu bir evladı olarak gerçekten üzülüyorum. Savcılarımız da hakimlerimiz de kapılarını açık tutsunlar. Bizim anayasamız ve yasamız kapıyı kapatmayı emretmiyor, açık tutmayı emrediyor. Millete arkasını dönen, cübbesini omuzuna da taksa hakim vasfını o cübbenin altında taşıyamaz. O unvan orada durur, savcı vasfını da taşıyamaz.
Buradan Türk basınına, medyasına da bir çağrım olacak. Elbette kadın cinayetleri, kadına karşı şiddet, hem devletimizin, hem milletimizin, hem hükümetimizin, hem de hepimizin bu şiddetle mücadele ortak vazifesidir. Beraber çalışıyoruz. Kadınlara karşı işlenen şiddet ve cinayet haberlerinin sunuluş tarzına baktığınızda acaba diyorum. Bir tartsınlar, bir düşünsünler diye söylüyorum. Kadın cinayetlerinin, kadına karşı şiddetin önlenmesine bunlar ne kadar fayda sağlıyor? Bu haberlerin, bu haberlerin bazen gizlilik kararlarına rağmen, bazen de öyle şeyler oluyor ki gizlilik kararı almaya hacet bile yok, ama öyle kötü, öyle insanları rahatsız eden bir manzara ki, bunu vermekte kamu yararı ne kadar vardır? Ne kadar yoktur? Ben herkese sesleniyorum. Elinizi vicdanınıza koyun. Bu haberlerin kadınlarımıza karşı işlenen şiddet ve cinayet suçlarının azalmasına katkısı nedir? Ne değildir? Onun için de bu tür haberleri yaparken de bütün medyanın ve bu haberi haberleştirilen muhabirlerin bu konuda yazanların da bir dikkatini çekme ihtiyacı duydum ve bu konuda lütfen medyamızda daha sağlıklı bir dil, daha sağlıklı bir haberleşme üslubu ve usulü hayata geçirsinler. Ben demiyorum ki bunlara sansür yapın. Bunları milletten gizleyin. Bunları haberleştirmeyin demiyorum. Elbette ki haber verme hakkı olduğu kadar vatandaşlarımızın haber alma hakkı var. Bu hakka saygıyla söylüyorum. Haber alma hakkını, haber verme hakkını birlikte değerlendirirken kamu yararını da gözeterek, kadınlarımızın hukukunu da gözeterek ve bu mücadeleyi de gözeterek, kadına karşı şiddetin, kadına karşı cinayet azalması ve nihayetinde tamamen ülkemizin gündemden çıkarılması hususunu da gözeterek buna göre bir dil, buna göre bir üslup, buna göre bir haberleştirme, buna göre bir görüntü verme hususu değerlendirilirse faydalı olur. Ben bu konuda pek çok çalıştırma yaptırdım. Bana gelen var. Bu bilgileri buradan işin doğrusu ihtiyaç duymuyorum. Ben eminim ki medya organlarımızın elinde de bu haberlerin doğurduğu etkiler, ortaya çıkardığı yarar konusunda ellerinde somut veriler vardır. Onun için sizin elinizdeki somut veriler neyi gerektiriyorsa lütfen ona göre bu konuda yeni bir dile, yeni bir üsluba, yeni haberleştirmeye ihtiyacımız var. Umarım bundan sonra bu hususta daha farklı bir yaklaşım hem medyamızda, hem de diğer alanlarda ortaya çıkar. Bu hususun önemini buradan bir kez daha hatırlatmak isterim.'' dedi.