Eğitim sorunlarımıza karşı gerçekçi, yapıcı ve eleştirel bir yaklaşım geliştirerek farkındalık düzeyini artırmak amacıyla Sendikamızın yayımladığı araştırma ve raporlarda dile getirilen konuların önemli bir kısmı Yirminci Şura’nın gündem başlıkları arasında yer almaktadır. Eğitim sendikası olarak sadece eğitim çalışanlarının çalışma koşullarını iyileştirmeyi değil, aynı zamanda eğitim sistemimizin kalitesini artırmak için de çaba göstermeyi kendimize görev addediyoruz.
21’inci yüzyılda bazı milletlerin zenginliğinin sırrı iklim, kültür ve petrol gibi doğal kaynaklara sahip olmalarında saklı değildir. Ülkelere ve toplumlara kalkınmayı, refahı, barışı ve huzuru getiren belli başlı unsurlar; devletlerin tüm kurumlarıyla karar verme süreçlerini çoğulculuk ilkesiyle geniş bir tabana yayması, yönetenlerin yönetilenlere hesap verme mecburiyetinin olması, demokratik ve kapsayıcı kurumlar inşa edilmesi, hukukun üstünlüğüne dayanan, insan haklarına, eşitliğe ve özgülüklere değer veren, yönetimde keyfiliğe izin vermeyen, yeni teknoloji ve becerilere yatırım yapan bir devlet sistemi ve zihin dünyasının hâkim olmasıdır.
Dünyanın sınırlı ve şanslı bir kesiminin endüstri 4.0 devrimini yaşadığı ve çok az ülkenin de endüstri 5.0’a hazırlandığı günümüzde yayılmakta olan yeni görüş, kalkınmanın artık salt teknoloji veya maddi hayat standartları ile ölçülmemesi ve bunlarla sınırlı olmaması gerektiği yönündedir. Siyasette, ahlakta, adalette, çevre ve estetikte çürümüş, yozlaşmış toplumlar ne kadar zengin veya teknolojik açıdan ne kadar ilerlemiş olurlarsa olsunlar, ileri ve örnek toplumlar olarak kabul edilmeyeceklerdir.
Burada şüphesiz en büyük sorumluluk eğitime düşmektedir. İnsanın, toplumun ve topyekûn insanlığın gelişimini ve refahını güçlendirmek gibi önemli işlevleri olan eğitim, ülkelerin gelişmişlik seviyesinin önemli göstergelerinden biridir.
Hata ve sorunları ortadan kaldırmak, modelin eskimiş, bozulmuş olan yanlarını düzeltmek ve daha verimli bir kamu hizmeti sunmak için gerekli değişim çabaları hiçbir şekilde askıya alınmamalıdır. Eğitimin kalitesi, eşitlik, hakkaniyet, eğitimin finansmanı, öğretmen mesleki gelişimi, okuldaki öğrenme süreçleri ve okulların liyakat ilkesine göre daha etkili nasıl yönetilebileceği konularında sistemli yaklaşımlarla eğitimde kararlılık, tutarlık, bütünlük, süreklilik sağlayan ve kamu yararını hedef tutan eğitim politikalarının üretilmesine gayret edilmelidir.
Alvin Toffler, insanlık tarihinin üç kısma ayrıldığını ifade eder. Bunlar; organize tarım, endüstrileşme ve hizmet/bilgi ekonomisine geçiştir. Dünya, tüm eski varsayımları altüst edecek endüstri devrimi sonrası yeni bir çağla tanışmıştır. İnsanlığın ileri doğru bir sıçramayla karşı karşıya olduğu, eski düşünce tarzları, eski formüllerin, geçmişte ne kadar değerli veya yararlı olurlarsa olsunlar artık gerçeklerle örtüşmedikleri ifade edilmektedir. Bilginin tek kaynağının okul olduğu bir dünyadan bilginin dahi her an kendini yenilediği, geleneksel eğitim kaynaklarının yetersiz kaldığı bir dünyaya geçilmiştir. Yeni değerlerin ve teknolojilerin, jeopolitik ilişkilerin, yaşam tarzlarının ve iletişim araçlarının çatışmasından doğan bu yeni dünya, tamamen yeni fikirler ve analojiler, sınıflandırmalar ve kavramlar gerektirmektedir. Eğitim sistemlerinin de böyle bir dünyada sürekli canlı kalmaları, değişime tabi tutulmaları gerekmektedir.
Millî Eğitim Sistemimize ruh veren müfredatımız; insanı merkeze almalı, ideoloji aktarma ve yayma aracı vasfı taşımamalı, bireyin istek ve yeteneklerine, toplumun beklentilerine uygun hedefler içermeli, zamanın ruhuna uygun ve hayatla bağlantısı güçlü olmalı, ayrımcı ve dışlayıcı söylem ve hedefler barındırmamalı, fikri gelişmeye davet etmeli, yerel ve evrensel dinamikleri sentezlemeye imkân vermeli, bilgi-değer-hikmet sürecine yön veren muhakeme ve tefekkür birikimi oluşturmalı, soyut değer - somut tutum ilişkisinde kararlılık ve tutarlılık oluşturmalıdır. Farklılıklara saygısı olmayan, özgüveni ellerinden alınmış, yaşam sevinçleri köreltilmiş, dünyayı siyah - beyaz gören, uzlaşma kültüründen uzak ve değerlerine yabancılaştırılmış bir neslin yetişmesi halinde sistemin başarısız olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.
Eğitim müfredatının içeriği; objektif, eleştirel ve çoğulcu olmalıdır. Bu ihtarlar, ağırlıklı olarak anti demokratik ve totaliter rejimler içindir ve çocukların sistematik ideolojik propagandaya maruz bırakılmasını önlemeye dönüktür.Çoğulcu ve özgürlükçü demokratik sistemlere sahip ülkelerde eğitimin temel hedefi, insanların yaratıcı ve eleştirel düşünme yeteneğini geliştirmek ve onlara hoşgörü kazandırmaktır. Eğitimin mesajı insanadır ve mesajı insana olan her şey cihanşümul olmalıdır.
Eğitim programlarının gölgesinde yetişecek olan yeni neslin 21’inci yüzyıl becerileri olarak adlandırılan yaratıcılık, entelektüel merak, iletişim, eleştirel düşünme, kişilerarası iş birliği, sosyal sorumluluk, bilişsel esneklik, duygusal zekâ, problemlere duyarlılık, karmaşık problem çözme, matematiksel akıl yürütme, sistem analizi, sorgulama, yenilik, hayal gücü sanat ve estetik gibi yeterliklerle donatılması; kitap okuma sevgisi ve alışkanlığının, bilim ve öğrenme sevgisinin erken çocukluk eğitiminden başlayarak kazandırılması; bunlarla beraber ülkesinin ve dünyanın sorunlarına, insanlığın temel problemlerine duyarlı, insani değerleri ve mensup olduğu millî kültürü içselleştirmiş, milletine ve değerlerine bağlı, yalnız kendi ülkesinde değil, dünyanın farklı ülkelerinde de başarılı olabilecek, çevreye ve canlıların yaşam hakkına duyarlı, en üst düzeyde sosyal sorumluluk bilincine sahip olmak gibi ilke, değer ve idealler üzerinde yükselmesi beklenmektedir.
Eğitime yeterli kamu kaynağı ayrılmadığında toplumsal eşitsizlik okullarda yeniden üretilmiş olacaktır. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne (OECD) üye ülkelerin Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla (GSYİH) içinden eğitime ayırdığı ortalama kaynak %3,4’tür.
Türkiye ise %3,5 ile OECD ülkeleri ortalamasından biraz daha fazla bir oranı GSYİH içinden eğitime ayırmaktadır. Türkiye, OECD ülkeleri arasında GSYİH içinde eğitime yönelik özel harcama oranı en yüksek ülkelerden biridir. Ancak Türkiye’nin GSYİH içinde eğitime yönelik kamu harcama oranı %2,7 ile OECD ortalamasının altındadır.
Öğrenci başına yapılan harcama miktarının OECD ülkeleri ortalaması 9.357 dolar iken Türkiye’de 4.505 dolardır. OECD’ye üye 38 ülkenin öğrenci başına yaptıkları harcamaların ortalaması Türkiye’nin iki katını bulmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “Yaşam Memnuniyeti Araştırması” ile Türk vatandaşlarının öznel mutluluk algısı, sağlık, sosyal güvenlik, örgün eğitim, çalışma hayatı, gelir, kişisel güvenlik, adalet, ulaştırma hizmetleri, kişisel gelişim gibi temel yaşam alanlarındaki memnuniyetlerini ölçmekte ve bunların zaman içindeki değişimini takip etmektedir. TÜİK’in son yayımladığı 2020 yılı “Yaşam Memnuniyeti Araştırması” verilerine göre bireylerin kamu hizmetlerinden genel memnuniyet düzeyleri içinde en yüksek memnuniyet oranı %77,4 ile asayiş hizmetlerinde gerçekleşmiştir. Bunu sırasıyla; %72,1 ile ulaştırma ve sağlık hizmetleri, %63,9 ile Sosyal Güvenlik Kurumu hizmetleri, %60,4 ile adli hizmetler ve %56,2 ile eğitim hizmetlerinden memnuniyet takip etmiştir. TÜİK’e göre vatandaşların eğitimde sorun olarak gördükleri ilk dört alan şöyle sıralanmaktadır: Eğitim masrafları; sınıflardaki öğrenci sayısı; eğitim araçlarının niteliği/sayısı ve okuldaki eğitimin kalitesidir.
OECD tarafından yayımlanan “Eğitimde Eşitlik: Toplumsal Hareketliliğin Önündeki Engelleri Aşmak” (Equity in Education: Breaking Down Barriers to Social Mobility) (2018) raporuna göre, sosyo-ekonomik düzeyden kaynaklı performans farklılıkları erken dönemde gelişir ve öğrencinin yaşamı boyunca giderek artar. Eşitsizliklerin arttığı yaş aralıkları ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Bu nedenle her ülkenin kendi bağlamında eşitsizliklerin öğrencilerin hangi yaşam evresinde daha çok etki ettiğini ve bu etkinin hangi yaş aralığında derinleştiğini tespit etmesi gerekir. Eşitsizliklerin arttığı yaş grupları temel alınarak bu yaş grubuna uygun ulusal araştırma, değerlendirme ve izleme çalışmaları yapılmalı; dezavantajlı öğrencilere eşitsizliklerin en yaygın olduğu aşamalarda destek veren politikalar geliştirilmelidir.
Aynı raporda 15 yaş grubundaki dezavantajlı ve avantajlı öğrencilerin gelecek ve kariyer beklentilerinin yanı sıra öz yeterlik, okula aidiyet ve okula yönelik tutumları arasında büyük farklılıklar bulunduğu bulgusuna yer verilmiştir. Bununla birlikte, öğretmen öğrenci arasındaki olumlu ilişki ve daha olumlu sınıf dinamiklerinin dezavantajlı öğrencilerin beceri, disiplin ve performansını geliştirdiği bilinmektedir. Öğretmenler öğrencilerin öğrenme süreçlerini takip ettiklerinde ve teşvik edici olduklarında, özellikle dezavantajlı öğrencilerin performansının gelişmesine ve gelecek beklentilerinin artmasına katkıda bulunabilir.
Türkiye, 2000 yılından sonra eğitim sisteminde okullaşma oranları, öğretmen sayıları, sınıf mevcutları, okulların fizikî ve teknolojik kapasitesi gibi nicel göstergelerde kayda değer düzeyde, takdiri hak eden iyileşmeler yaşamıştır. OECD gibi uluslararası kuruluşlar da Türkiye’de yaşanan bu olumlu gidişatı kendi verileri ile doğrulamaktadırlar. Buna ilaveten bu süreçte 4+4+4 yeni eğitim sistemi ve sınav sistemlerindeki değişiklikler gibi köklü politika değişikliklerine de gidilmiştir. Bu olumlu gelişmeler ve köklü politika değişikliklerine rağmen eğitim sisteminin niteliğinde istenen düzeyde iyileşme olmaması, beşeri ve fiziki kaynakların ülke sathında yeterince eşit dağılmaması, öğrenci başarısının yerleşim birimi, coğrafi bölge ve sosyoekonomik statüye göre farklılaşması gibi kronik sorunların yanında acil olarak çözülmesi gereken ve Yirminci Milli Eğitim Şurasında ele alınacak ana temalar altında dile getirdiğimiz sorunlar da bulunmaktadır. Bu kapsamda “Eğitimde Fırsat Eşitliği” başlığı altında Temel Eğitimde Fırsat Eşitliği, Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi ve Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi ana temalarıyla eğitim sistemimizin öncelikli olarak çözülmesi gereken sorun alanlarını ve çözüm önerilerimizi sunmaktayız.
RAPOR