Eğitim programı; öğrenene, okulda ve okul dışında planlanmış etkinlikler yoluyla sağlanan öğrenme yaşantıları düzeneğidir ( Demirel, 2005 ).
EĞİTİM PROGRAMININ YARARLARI
Eğitim faaliyetlerine yön verir. Aynı eğitim basamaklarındaki okullarda amaçların aynı yönde gerçekleşmesini sağlar.
Eğitimde verimi arttırır.
Öğretmenlere rehberlik eder.
Öğretim Programı: Eğitim programı doğrultusunda öğrenciye kazandırılması düşünülen özelliklerin ders kümeleri olarak planlanmasıdır. Okulda ya da okul dışında bireye kazandırılması planlanan bir dersin öğretimiyle ilgili tüm etkinlikleri kapsayan yaşantılar düzeneğidir. (Ör: Beden Eğitimi Öğretim Programı)
Müfredat: Tanımlanmış, öğrencilere kazandırılacak hedefler, bu hedefleri kazandırıcı ünite ve konular, eğitim ve sınama durumları boyutları açıklanarak yazılı bir doküman haline getirilmiş, okulun ve öğretmenlerin kazandırması, öğrencilerin kazanması gereken eğitim beklentilerini tanımlayan programdır.
Bu programın özellikleri;
A) Yazılıdır, Kağıttadır, Dokümandır
B) Resmidir
C) Açıktır, İlan Edilmiştir
D) Okulun Kasıtlı Eğitim Amaçlarını Açıklar
E) Standarttır
F) Ölçülüp Değerlendirilebilir
Buradan hareketle bakıldığında müfredatta; değişen ve gelişen dünya ile bu değişim ve gelişim sürecine eş güdülümü hareket edip ihtiyaçlar ve belirlenen hedeflere ulaşabilmek adına değişime gidilebilir. Ancak ülkemizde mevcut müfredatın değişimi noktasında bir ihtiyaç analizi yapılmamıştır. Genel olarak müfredat hazırlanmadan önce bir ihtiyaç analizi yapılır ve ona göre hazırlanır. Bu ihtiyaç analizi yapılır ve hazırlanırken bilimsel kuruluşlardan, üniversitelerden STK'lardan ve ilgili tüm kurumlardan görüş ve analizler talep edilir. Elde edilen veriler doğrultusunda müfredatın dayandığı eğitim felsefesi ve ilkeleri oluşturulur. Ancak müfredat hazırlanma sürecinde böyle bir aşama olmadığı gibi yayınlanan müfredatın dayandığı eğitim felsefesi, ilkeleri yoktur. Müfredat bilimsel usul ve esaslardan yoksun olarak hazırlanmıştır. Ülkenin geleceği nesilleri yetiştirecek olan bir programın hazırlanıp bir hafta gibi bir süre içerisinde görüş talep edilmesi yine bilimsel çalışma ve usullerine aykırı bir durumdur. Bu durum müfredatın oldu bittiye getirilmesi anlamına gelmektedir.
Eğitimi, birçok bileşenin bütünü olarak ele alan, bireyin çok yönlü gelişimini destekleyen Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin felsefesi “yalnızca medeniyete uyum sağlayan bir nesil değil, etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi bilge nesiller yetiştirmeyi hedefleyen ahlaklı, erdemli, milleti ve insanlık için iyi, doğru, faydalı ve güzel olanı yapmayı ideal edinmiş öğrenci profili” olarak belirtilmiştir. Buradan hareketle temel felsefe olarak mekanik birer makine gibi bilgiyi olduğu şekliyle kabul eden bireyler yetiştirmekten ziyade üretken, millî ve manevi değerlerinin yanı sıra toplumun faydasını gözeten, bilginin ve sorumluluğun bilincinde olan ve bildiklerini eyleme döken nesiller yetiştirilmesi hedeflendiği iddia edilmektedir. İnsanı merkeze alan bir yaklaşım ile insanın; zihinsel, duygusal, bedensel, sosyal ve manevi gelişim yönleriyle bir bütün olarak ele alınması gerektiği vurgulanmıştır. İnsana madde ve mananın, beden ve ruhun birleşimi gözüyle bakılan müfredatta yetkin ve erdemli insan profilinin ön plana çıktığı görülmektedir. Yetkin ve erdemli insan profiline ulaştıracağı savunulan bilgi ve becerinin kazandırılmasında bilimsel ve evrensel değerlerin müfredata ne kadar yansıtıldığı ve bu değerlerin hangi yöntem ve tekniklerle öğrencilere kazandırılacağı tartışmaya açık bir konudur. Yiğitlik-mertlik gibi pedagojik dayanağı ve karşılığı olmayan kavram ve erdemler evrensel nitelik taşımadığı gibi bölgesel olarak da farklık gösterecek bu kavramlarla hazırlanmış bir müfredat bilimsellikten uzak “mânâ ve ruha” hitap eder nitelikte olacaktır.
Müfredatın genel itibari ile K12 beceri çerçevesinden izler taşımakla birlikte, insan, bilgi, değer, toplum vurguları itibariyle (Milli ve manevi vurgular, felsefi dayanakları, kavramsal çerçeve) hâlihazırda uygulanan programdan önemli ölçüde farklılıklar göstermektedir. Birey yerine şahsiyet kelimesinin tercih edilmesi, yetkinlik yerine kemâl kavramına (metin içinde de kalsa) yer verilmesi, beden kadar ruh kavramının da açıkça vurgulanması, irade kavramına yeniden dönülmüş olması ortak metnin kültürel köklerimize yönelik yaptığı vurguyla tutarlılık sergilemektedir. Bu bakımdan eğitime ilişkin son yüzyılda eğitim bilimleri literatüründe ve Cumhuriyet dönemindeki programlarda kaybettiğimiz temel kavramlara dönülmesi takdire değerdir, şeklinde savunmaları barındırmaktadır. Özellikle Cumhuriyet Dönemi’ne vurgu yapılarak kaybedildiği iddia edilen değerler kavramı dikkat çekmekle birlikte programda ve programın tanıtımında Atatürk ilke ve inkılaplarına ve Cumhuriyetimizin değerlerine yönelik herhangi bir paylaşım yer almamaktadır. Bu durum ise Atatürk ilke ve inkılaplarını, evrenselliğe ve bilimselliği kurucu ilkeler içerisinde kabul eden sendikamız için kabul edilebilir değildir.
Toplumsal bütünleşmeye dikkat çekildiği ve bu bütünleşmenin dil üzerinden ortaya konduğu iddia edilmektedir. Burada dilin anlamaya, anlatmaya-anlaşılmaya ilişkin birleştirici ve bütünleştirici etkisinden hareket edilmiş, Türkçenin etkili bir şekilde kullanılmasının tüm derslerin ortak hedefi olduğu vurgulanmıştır. Buradan hareketle özellikle Türkçe müfredatının neleri içerdiği büyük önem kazanmaktadır.
Toplumsal bütünleşmeye dikkat çekildiği ve bu bütünleşmenin dil üzerinden ortaya konduğu iddia edilmektedir. Burada dilin anlamaya, anlatmaya-anlaşılmaya ilişkin birleştirici ve bütünleştirici etkisinden hareket edilmiş, Türkçenin etkili bir şekilde kullanılmasının tüm derslerin ortak hedefi olduğu vurgulanmıştır. Buradan hareketle özellikle Türkçe müfredatının neleri içerdiği büyük önem kazanmaktadır. Bu iddia ile hazırlanan müfredatın adında Millî Eğitim Bakanlığının kendi adında olan “Eğitim” gibi yaygın kullanılan Türkçe sözcük varken “Maarif” sözcüğünü kullanarak müfredatın tanıtılması da ayrı bir garabettir. Türkçe sözcük varken ısrarla Arapça, Farsça, İngilizce sözcükleri kullanmak, dilimizi geliştirmek adına doğru bir anlayış değildir.
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” kapsamında hazırlanan yeni programlar incelendiğinde ilk olarak ortak metinde yer alan Türkçe vurgusu dikkat çekmektedir. Çünkü yeni programın ortak metninde, olması gerektiği gibi Türkçe tüm becerilerin, bileşenlerin ve derslerin temeli olarak ön plana çıkmakta ve sistemin Türkçe dersi üzerine yapılandırıldığı göze çarpmaktadır. Aynı zamanda Türkçe dersi sistemin bütünleştirici ana unsuru olarak görülmektedir.
2024 programı ile ilgili son olarak ele alınabilecek güçlü yönleri; öğrenme çıktılarının becerilere dengeli bir şekilde dağıtılması, dil bilgisine yönelik öğrenme çıktılarının müstakil bir yapıda toplanması, temaların standart haline getirilerek eğitimde tutarlılığın ve eşitliğin arttırılması, modern metin türlerinin sisteme dâhil edilmesi, bir sınıf seviyesinde işlenecek olan tema sayısının altıya düşürülmesi olarak sıralamak mümkündür.
Programın belki de en hassas ve zayıf olarak nitelendirilebilecek noktasının, bünyesinde birçok köklü değişime ve yeniliğe yer vermesi olduğunu söylemek mümkündür. Bu güncelleme ve yeniliklerin tamamının eğitimcilere net bir şekilde aktarılması, oldukça zaman alan, zor ve titizlik isteyen bir süreç olacaktır. Çünkü bilindiği üzere eğitimciler sık sık program değişikliklerine maruz kalmakta ve yeni programları ideal bir şekilde benimseyememektedir. Bu doğrultuda eğitimciler için programa yönelik ciddi bir eğitim sunulması gerekmektedir.
Yeni program ile ilgili zayıflık olarak ele alınabilecek diğer bir nokta öğrenme çıktılarının niteliğidir. 2024 programında toplamda 104 öğrenme çıktısı bulunmaktadır. Bu öğrenme çıktılarının 65 tanesinin ise içeriği tüm sınıf seviyelerinde aynı şekilde yer alırken 34 tanesinin içeriği sınıf seviyelerine göre değişmektedir. Bu noktada öğrenme çıktılarının çok büyük ölçüde tüm sınıf seviyelerinde ortak olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Tüm sınıf seviyelerinde aynı şekilde yer alan öğrenme çıktılarının varlığı ise eğitimin aşamalılığı açısından belli bir düzeyde olumsuz bir durum olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda ilgili öğrenme çıktılarının sınıf seviyelerine göre içeriklerinin elden geçirilmesi ve öğrencilerin sınıf seviyelerine göre yeniden yapılandırılması düşünülebilir.
2011-2012 Eğitim Öğretim yılından itibaren 12 yıllık zorunlu eğitimin kademelere ayrılması ve 4+4+4 sistemine geçilmesinden sonra öğretim programlarının da öğretim kademelerine göre güncellenmesi gerekmekteydi. Ancak 2024 yılına kadar eğitim-öğretim faaliyetlerinin fiilen ilkokul ve ortaokul ayrımına göre yürütülmesine rağmen 1-8. Sınıflar Türkçe Dersi Öğretim Programı kullanılmaya devam edilmiştir. Program ve uygulama arasındaki bu uyumsuzluğun giderilmesi ve ilkokul için müstakil bir Türkçe dersi öğretim programı hazırlanması yoluna gidilmiştir.
PISA ve TIMMS sonuçlarına baktığımız zaman okuduğunu-anlama sıralamasında ülkemizin son sıralarda yer aldığını görüyoruz bu doğrultuda ses temelli cümle yönetimi öğrencilerin okuma anlama konusunda zorlanmasının bir sebebidir. Henüz 7 yaşında, somut işlemler dönemindeki bir çocuğa soyut sesleri anlatmaya çalışmak ve okuduğunu da anlamasını beklemek hiç doğru değil. Ayrıca okul öncesinde “erken okur yazarlık” becerisi olarak da yer alan ve okul öncesi dönemde çocuğun “akademik başarısını etkileyeceğine” yönelik kazanımlar, yaş grubu için uygun olmayıp çocukluk döneminde olan bireyin akademik başarıya yönelik bir eğitime tabi tutulması kabul edilebilir değildir. Okul öncesi öğrencileri için belirlenen “erken okur yazarlık” becerisinde “Çocukların, büyük dil birimleri olan bu cümle ve sözcükleri fark etmesi hece ve harfleri fark etmesine göre daha kolaydır. Etkinliklerin büyük dil birimlerinden küçük dil birimlerine göre planlanması unutulmamalıdır.” şeklinde bir açıklamaya yer verilirken ilkokul düzeyinde sesten hareketle okuma yazma eğitimi verilmesi müfredatın ve uygulamaların kendi içinde çelişmesine sebep olmaktadır. Tüm Öğrenme Alanları içindeki beceriler, öğrenme ve alt öğrenme çıktıları hem nitelik hem de nicelik bakımından sadeleştirilmelidir. Müzik ve Sanat alanları, okul öncesi öğretmenlerinin lisans eğitiminde edindikleri bilgileri-becerileri itibariyle çok üst düzeyde kalmıştır. Bu anlamda öğretmen alan yeterlilikleri hesaba katılmalıdır. Öğretmenlerin doldurması, takip etmesi gereken form, çizelge ve dosya sayısı oldukça fazladır. Bu sebeple öğretmene zaman-performans konusunda külfet oluşturacaktır. Ayrıca, alanlar, beceriler, kavramlar, değerler ve eğilimler olmak üzere birçok yeni ana bileşenler eklenmiş, bu ana bileşenler alt bileşenlere ayrılmıştır. Bu nedenle aylık ve günlük plan hazırlamak çok zor ve karmaşık hale gelmiştir. Bu nedenle öğretmenler, çok zamanlarını alacak olan bu karmaşık plan hazırlama sürecini es geçerek hazır planlara yönelecektir. Programda "çağın gerektirdiği beceriler akademik beceriler değildir" cümlesi geçmesine rağmen program, akademik bilgi ve okul öncesi yaş grubu için çok soyut kalmış, kavramlara boğulmuştur. Eğitim ortamları ve süreçleri çocuğun gereksinimlerine cevap vermelidir. Nitekim, tüm eğitim sistemindeki programlarla bütünleşik hazırlandığı düşünülen okul öncesi programı, çocukların yaş gurubu ve gelişim özelliklerinin üzerinde beceri ve hedefler içermektedir. Programda çok fazla yazım ve noktalama işaretleri hatası olması alanlara özgü terim ve kavramların çokça geçmesi programın anlaşılır olmasını engellemektedir.
Programda; matematik dersinde türev integral ve limit gibi konuların neden kaldırıldığı buna karşın dini ağırlıklı ders ve konuların neden bu kadar arttırıldığına yönelik bilimsel herhangi bir veri çalışma ve dayanak dile getirilmemiş ve belirtilmemiştir. Yine altıncı sınıflarda “eşeyli ve eşeysiz üreme” konusunun anlatacağını görüyoruz, ancak bu konuların temelinde “miyoz ve mayoz bölünme” konuları bulunmaktadır. Diğer taraftan “miyoz ve mayoz bölünme” konuları yeni müfredatta sekizinci sınıf konuları olarak belirlenmiştir. Bu durum da müfredadın kendi içinde uyumsuzluklar gösterdiğinin kanıtlarındandır.
İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin eklenmesi, dersin amaç ve içeriğine uygun değildir. Çünkü bu derste aslolan Cumhuriyete kadar olan tarihi sürecin analizini yapmak, Kurtuluş Savaşı’nın gerekçelerini anlatmak, Cumhuriyet yönetimine geçişin temellerini açıklamak ve ideoloji olarak Atatürkçülük, İnkılaplar ve modernleşme faaliyetleri hakkında öğrencileri bilgilendirmektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, dersin içeriği ile ilgili olmamakla birlikte sosyal bilgiler veya vatandaşlık dersinde bu konuya yer verilebilir. Yeni müfredatla zorunlu iki saat din kültürü ve ahlak bilgisi dersi varken, şimdi Peygamberimizin Hayatı ve Kur’an-ı Kerim gibi dersler de seçmeli olarak sunuluyor. Böylelikle dinle alakalı dersler haftada 6 saate çıkmış oluyor ve farklı derslerle ilişkilendirilmesi bekleniyor. Din eğitimin devlet kontrolünde ve devlet okullarında verilmesi çocuklarımızı cemaat sarmalından bir nebze kurtaracağı düşünülebileceği ile birlikte, dersler arasında konuları örneklendirmek pozitif transfer açısından etkili olabilir ama her türlü öğrenmeyi din ile ilişkilendirmeye kalkışmak, öğrencinin öğrenmesi ve psikolojisi açısından doğru olmaz. Dini konuların pozitif bilimlerle çeliştiği durumlar var. Bu sorunları nasıl aşacaksınız? Dinin bilimin önünde bir engel olmadığı, inançlı olmak ile bilimsel araştırma yapmanın sorun teşkil etmediği teması işlenebilir ancak her bilimsel konuyu dine dayandırmak, dini referans almak laik, bilimsel, çağdaş eğitim anlayışıyla bağdaşmaz.
2024 öğretim programındaki öğrenme çıktıları, 2019 öğretim programındaki kazanımlarla kıyaslandığında sayıca ciddi bir artış olduğu görülmektedir. Yalnızca nicel olarak değerlendirildiğinde bu durum, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ifade edilen sadeleştirmenin aksine yeni öğretim programının daha “ağır” olduğu algısı oluşmasına ve eleştirilere yol açmaktadır.
2024 programında “Öğretme- Öğrenme Yaşantıları” başlığı altında yer alan açıklamalar, programın uygulayıcılarına önemli derecede yol gösterici olacağı düşünülmüştür. Öğretmenlerin sınıf içi eğitim-öğretim faaliyetlerine ilişkin ayrıntılı bilgi ve önerilerin bulunduğu bu bölümün, öğretim programında yer almasının uygun olmadığı düşünülmektedir. Öğretmenler açısından çok kıymetli olan bu açıklamaların önceki köklü program değişikliklerinde yapıldığı gibi “öğretmen kılavuz kitapları”nda yer almasının daha doğru olacağı düşünülmektedir. Öğretmenlerimizin birçoğunun programda geçen strateji, yöntem ve tekniklerin adını bile ilk kez duymuş olma ihtimalinin uygulamayı aksatacağı düşünülmektedir. Bu sorunun kılavuz kitapla çözüleceği düşünülse de hacim olarak yoğun olan programlara bir de kılavuz kitap eklenmesinin ayrı bir sorunu doğuracağı öngörülmektedir.
2024 programında ilk kez ifade edilen kavramların sayıca çok fazla olması (öğretme-öğrenme yaşantıları, köprü kurma, ön değerlendirme süreci…) ve bazılarının öğretmenler tarafından birbiriyle kolay bir şekilde ayırt edilemeyecek kadar benzer ifadelerin kullanılarak ifade edilmesinin, programın anlaşılmasını zorlaştıracağı ve karmaşık bir program olduğu algısı oluşturacağı düşünülmektedir.
2024 programında ülkemizin ve eğitim sistemimizin önemli gerçeği olan “birleştirilmiş sınıflar”la ilgili herhangi bir ifadenin geçmiyor olması olumsuz bir durum olarak yeni programın zayıf bir yönü olarak görülmektedir. Ayrıca yeni programın ülkemizin farklı bölgelerinde ve çeşitli yerleşim yerlerindeki farklı dezavantajlara sahip okullarında nasıl uygulanacağı ile ilgili de açıklamalara yer verilmemiş olması bir diğer olumsuz durumdur.
2024 programı ile geliştirilmeye ihtiyaç duyulan bir diğer noktanın farklılaştırma etkinliklerinin hazırlanış süreci olduğu düşünülmektedir. Çünkü programda belirtildiği üzere farklılaştırma etkinliklerinin e-içerik olarak hazırlanması gerekmektedir. Ancak bu içeriklere yönelik herhangi bir talimat ya da örneğe programda rastlanılmamıştır. Bu doğrultuda farklılaştırma etkinliklerinin hazırlanışına yönelik eğitimcilerin bilgilendirilmesi ve eğitime tabi tutulması ya da programda bu süreçlere de yer verilmesi gerekli görülmektedir.
2024 programı ile ilgili yeni tema yapısının belirli zayıflıklara sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bilindiği üzere 2019 programında temalar büyük ölçüde ders kitabı yazarlarının inisiyatifindeydi ve dolayısıyla ders kitaplarında bir çeşitlilik görülmekteydi. Ancak 2024 programı ile bu yapılar standart hâline getirildi. Bu durum eğitimde tutarlılık ve eşitlik açısından olumlu bir durum olsa da aynı zamanda tema seçiminin çok daha özenli yapılması ve farklı öğrenci ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte olması gerekliliğini de ortaya çıkarmaktadır. Hâlihazırdaki tema seçimleri incelendiğinde ise bilimselliğe dönük temaların yeterli sayıda olmadığını söylemek mümkündür. Daha çok dini değerlerin ön plana çıkarılarak evrensel değerlerin göz ardı edilmesi müfredatın en ciddi sorunlarından birisidir. Değerler evrensel normlarla örtüşmeyebilir oysa eğitim bilimsel bir iştir ve mümkün olduğunca evrensel değerlerle ve ölçütlerle uyumlu bir şekilde program hazırlanmalıdır. Bu doğrultuda geleceğin bilim dünyasını şekillendirecek bireyler için bilimselliğin ön planda olduğu temaların sayısının arttırılması gerektiği düşünülmektedir.
Eğitim ve Bilim Gücü Dayanışma Sendikası olarak yeni müfredatın Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda kurucu değerlerimize, kültürümüze, evrensel değerlere ve normlara dayalı; bilimselliği ve çağdaşlığı dikkate almak suretiyle ülkemizi geleceğe taşıyacak çevresi, medeniyeti çağıyla uyumlu ahlaklı erdemli doğru, faydalı ve güzel olanı ideal edinmiş, bilimsel düşünmeyi rehber edinmiş nesiller yetiştirmeyi hedefleyen konu içerik ve değerler yönünde düzenlenip, farklı eğitim-öğretim ortamları ve dezavantajlı bölgeler göz önünde bulundurularak; eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacak içerik ve uygulamalar içeren düzenlemelerle yeniden kamuoyu gündemine sunulmasının önemli ve elzem olduğu kanısındayız.