TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün ATALAY, ''Sayın Genel Direktör; raporunda, Kovid 19 salgınının ekonomiye verdiği zararın 2008 yılında yaşanan küresel krizden dört kat daha fazla olduğunu belirtti.
Salgının ilk dönemlerinde maske, eldiven, solunum cihazı ve aşı bulamayan gelişmiş ülkeler, paralarının bir işe yaramadığını, temel hizmetleri yerine getiren emekçiler olmadan, gündelik yaşamın devam edemeyeceğini gördüler.
Türkiye’de milyonlarca vatandaşımız salgından etkilendi. Binlercesi hayatını kaybetti. Bu süreçte sendikalar olarak hükümet ve işveren tarafı ile birlikte iş ve ücret kayıplarını önlemek için gayret gösterdik.
Devletimiz tüm test, aşı ve sağlık masraflarını karşıladı. Ülkemde salgın sürecinin doğru ve başarılı bir şekilde yönetildiğine inanıyor; devlet başkanından, sağlık çalışanlarına kadar emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Kovid 19 sonrası yaraların sarılması gerekirken, Ukrayna’da başlayan savaş gelecek kaygılarımızı arttırdı. Enerji güvenliğini, gıdaya ve suya erişimde yaşanan sıkıntıları ve yüksek enflasyonu konuşmaya başladık.
Emekçilerin alım gücü günden güne azalıyor. Sendikal örgütlenmeye karşı olan bazı işverenler emeği sömürmeye devam ediyor. Geçmişten beri gıda ve enerji gibi kritik öneme sahip sektörlerin özelleştirilmemesi gerektiğini dile getiriyoruz.
Bu salonda yer alan işveren örgütlerinin üyesi olan işyerlerinin büyük bölümünde daha rahat örgütleniyoruz. Ancak diğer işyerlerinde ve ülkemdekilerin yüzde doksanında sendikalaşma nedeniyle işten çıkarmalar ve sendika karşıtı faaliyetler devam ediyor.
İşverenler; sendikalara ve işçilere karşı bakış açılarını değiştirmediği, kar hırslarını bir kenara bırakmadığı sürece, demokrasiden ya da sendikal hakların tam anlamıyla varlığından söz edemeyiz.
Kayıt dışı sorunu çözülmeden sosyal diyalogun tesis edilmesi, iş kazalarının önlenmesi, iş güvencesinin sağlanması ya da diğer sorunlarımızın çözülmesi mümkün değildir.
Bu konuda tahammülümüz kalmadı. Önümüzdeki yasama döneminde, sendikalarla müzakere edilerek; darbe anayasasının sendikal haklar üzerindeki olumsuz etkisini ve örgütlenmenin önündeki engelleri ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılmalıdır.
Asgari ücretlinin, emeklilerin ve tüm işçilerin alım gücünün korunması, emeklilikte yaşa takılanların durumu, taşeron işçilerin kadroya alınması, geçici işçilerin çalışma süreleri ile ilgili sorunlar acil çözüm beklemektedir. Ayrıca,kamu çalışanlarının işçiler gibi toplu pazarlık yapabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Türkiye, savaştan kaçan milyonlarca Suriyeli mülteciye, Ukrayna’dan ve diğer ülkelerden gelenlere ev sahipliği yapmaktadır. Ancak Ege’de; mültecilerin botlarını batıranlar, dünyanın gözü önünde insanlık suçu işlemektedir. Uluslararası topluluk bu duruma sessiz kalmamalıdır.
Üç gün önceki oturumda Kıbrıs Rum Kesimi işçi delegesi adada “Türk işgali” şeklinde bir terim kullandı. 1963’ten 1974’e kadar Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs Türküne karşı silahlı bir etnik temizlik kampanyası yürüttüğünü hatırlatmak isterim.
50 yılı aşkın süredir Kıbrıs sorununun çözülememesinden muzdarip olan Kıbrıs Türk halkıdır. Kıbrıslı Türklerin Annan Planı’nı 2004’te kabul ettiğini, çözüm bulunamadığından şikayet eden Rumların ise reddettiğini asla unutmamak gerekir.
Uluslararası platformlarda temsil hakları Kıbrıslı Rumlarca reddedildiği için Kıbrıslı Türk işçi veya işveren örgütlerinin seslerini bugün burada duyamıyoruz. Uluslararası toplumu, hiçbir hukuki ve meşru dayanağı olmayan bu kısıtlamalara son vermeye çağırıyoruz.
Bazı ülkeler; egemen ve demokratik ülkelerin savunma amacıyla satın alamadıkları silahları parasız olarak terör örgütlerine veriyorlar. İnsanlar can verirken, kazananlar silah tüccarları oluyor. Genel Direktörün ifade ettiği gibi savaş başlatanlar ve teröre destek olanlar sosyal adaleti engelliyorlar. İnsan hakları, demokrasi ve sosyal devlet gibi yıpratılan değerler yeniden her ülke için öncelikli hedefler haline gelmelidir. Ünlü bir yazarın güzel bir sözü var; iyi olmak kolaydır. Zor olan adil olmaktır. İyi bir dünya için herkes adil olmak mecburiyetindedir.'' dedi.