KamuMeb

Ülkemiz Gündemine Bir Daha Geri Döndürülmemek Üzere Bu Konuyu Tarihe Havale Etmiş Oluyoruz

GÜNCEL

TV100 canlı yayınına katılan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Anayasa çalışmaları, başörtüsü konusuna dair önemli açıklamalarda bulundu.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, ''Cumhurbaşkanımızın Grup konuşması üzerine biz Bakanlık olarak hemen harekete geçtik. Önceki dönemlerde de bu konularda biz çok antrenmanlı olduğumuz için Şimdi Cumhurbaşkanlığı önceki dönemlerde de biz bu konularda çok antrenmanlı olduğumuz için zaten ciddi bir müktesebatımız bizim var. Ve onun üzerine bir ekip kurduk, bakanlıkta arkadaşlarımız bir hazırlık yaptılar. Arkasından grup başkanımızın, grup başkan vekillerimizin genel başkan yardımcılarımızın Hayati Yazıcı Bey'i, Fatih Şahin Bey'in, Özlem Zengin Hanım'ın, Hamza Dağ'ın, Ali İhsan Bey'in katılımlarıyla ve daha da bazı hukukçuların katılımını, Anayasa, Adalet Komisyonu başkanlarımızın da katılımıyla biz bir değerlendirme toplantısı yaptık. Ne yapabiliriz? Hangi maddede bu düzenlemeleri yapabiliriz? Ya da maddelerde tek madde mi, birden fazla madde mi, tek maddeyse nerede, birden fazla maddeyse nerede yapabiliriz? Ve daha sonra nasıl formüle edebiliriz? Öyle bir formül üretmeliyiz ki toplum bunu kabul etsin, ‘Doğru’ desin. Ve sorunu efradını cami, ahyarını mani eskilerin tabiriyle şekilde bütün boyutlarıyla artık Türkiye'nin gündemini bir daha dönmemek üzere çözüversin. Ve bir daha da hiç kimse bu konuda sorun yaratma, güç ve imkanı bulamasın, böyle bir değerlendirme yaptık.

Arkasından biz bu sefer Anayasa hukuku konusunda uzman olan akademisyenlerle bir araya geldik. Ve onlarla da ayrı bir değerlendirme yaptık. Daha sonra kabinede oradan çıkan sonuçları kabinede Sayın Cumhurbaşkanımıza ve kabinedeki arkadaşlarımıza arz ettik. Orada bir değerlendirme yaptık. Tabii bu arada Sayın Cumhurbaşkanımıza, bakanlarımıza, partimize gelen pek çok vatandaşlarımızdan, sivil toplum örgütlerinden öneriler var. ‘O önerileri de tekrar çalışalım’ şeklinde bize bir talimat verildi. Biz, bu sefer tekrar o gelen bir bütün farklı kesimlerden değerlendirmeleri ve analiz eden bir çalışma daha yürüttük. Daha sonra bu sefer ayrı ayrı çalıştığımız, anayasa uzmanlarıyla, siyasileri bir araya getirerek, birlikte çalıştık ve oradan da bazı mitinler ürettik ve sonuçta şu noktaya geldik. Biz tek maddede bu düzenlemeyi yapalım. Doğru yerde bu konu din ve vicdan hürriyetinin, Anayasamızın ve Türkiye'nin taraf olduğu insan haklarına ilişkin sözleşmelerin teminatı altında olmasına rağmen burada uygula bir sorun olduğunu ve bunun doğru yerini din ve vicdan hürriyetini teminat altına alan 24. Madde olduğu şeklinde bir kanaat hasıl oldu. Şimdi bizim hazırlığımız 24. Madde üzerinde bir fıkra eklemek suretiyle orada bir yeni düzenlemeyi hayata geçirmek ve Türkiye'de artık dini inancı sebebiyle başını örten ve kıyafet tercihinde bulunan vatandaşlarımız bakımından güvenceyi tahkim eden bir adım atıyoruz.

Esasında bizim Anayasamızda bunu yasaklayan bir şey yok, yasalarımızda da yok. Fakat ilkel uygulama adı üstünde uygulamadan ve o dönemlerin yöneticilerinin anayasa ve yasaları hiçe saymasından fiili bir durum. ‘Bundan sonra böyle bir fiili durum da olmasın’ diye daha büyük bir tahkimat burada.

Şimdi hem başını açmak hem başını örtmek, bu ikisi birlikte teminat altına alınır. Yeni düşündüğümüz formülasyon içerisinde ülkemizdeki kadınlarımızın tercih ettiği kıyafetler teminat altına alınıyor. Bunlar tabii Anayasal ifade tarzına uygun bir şekilde orada tartışmaları ortadan kaldıracak şekilde, net ifade olacak.

Kaygıları giderek ve farklı yorumları ortadan kaldıracak bir formülasyon ortaya koyacağız. Net amacınız da bu. Çünkü ‘Şuradan gider şöyle yasak koyarız, buradan girersek şunu yaparız’ gibi yani yasakçı zihniyete yol gösteren ya da onlara imkan veren bir düzenleme değil, hürriyeti teminat altına alan ve bu hürriyeti koruyan yasakçı zihniyetin de bu hürriyeti ihlal etmesini engelleyen formüller içerecektir bu. Onun için de biz bu alanda yaptığımız düzenlemeyle daha doğru bir biçimde din ve vicdan hürriyetini, Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kapsamında hiç kimsenin engelleyemeyeceği bir düzenleme getirilerek, başı açık veya başı örtülü olsun, fark etmez, kadınlarımızın hepsi bu milletin asil evlatlarıdır. Kadınlarımızın hepsinin hukukunu korumak bizim vazifemizdir. Birini ayırıp, başka bir gözle bakan ilkel bir anlayışı biz kabul etmiyoruz.

Formül ortaya çıkınca elbette ki tartışılacaktır, şurası eksik, şurası fazla, şurası yanlış diyenler mutlaka olacaktır. Bunlar da normal. Çünkü bu formül sonuçta insanların ürettiği bir formül. Tabii Anayasa Komisyonu, Meclis Genel Kurulu da bu eleştirileri dikkate alarak eğer düzeltilmesi gereken yer varsa düzeltir, eksik varsa tamamlar. Yani bu konularda Meclis süreci de halkın tepkilerinin tabii kamuoyu eleştirilerinin, önerilerini dikkate alınıp, şekillenmeye katkı verdiği bir süreçtir.

Hem komisyonda hem genel kurulda tartışılacak, hem de Türkiye kamuoyu süreçte tartışılacaktır. Kesin bir şey söyleyemem önümüzdeki hafta kamuoyuna açıklanabilir diye tahmin ediyorum.

Bizim teklifimiz herkesin ‘Evet’ demesine imkan verecek nitelikleri taşıyor. Tartışma her zaman olur. Ben tartışmalar bir teklif kapatır demiyorum. Ama makul bir tartışma yapıldığı takdirde bu teklif bizim düşüncemize göre eksiğiyle fazlasıyla üzerinde uzlaşılabilecek bir metni içerecektir. Bizim sayımızla MHP'nin Cumhur İttifakı olarak vekil sayımız referandumlu da referandumsuz da kabul çoğunluğuna yetmiyor. Dolayısıyla diğer partilerden de buna destek ihtiyacı var. Cumhuriyet Halk Partisi samimiyse burada bu konu Türkiye'nin gündemine yeniden sorun olarak dönmesini istemiyorsa, o zaman sözünde duracak. Gelecek buna destek verecek. Eksiği, yanlışı varsa katkı verecek, düzelteceğiz beraber. Samimiyse ‘evet’ de verecek, Meclisimizden geçireceğiz ve ülkemiz gündemine bir daha geri döndürülmemek üzere bu konuyu tarihe havale etmiş oluruz.

Başörtüsü konusu Türkiye'nin yaşadığı çok önemli sorunlardan bir tanesiydi vaktiyle. İnsanlar eğitim hakkını başını örttükleri için kullanamıyorlar, kıyafeti nedeniyle çalışma hakkını kullanamıyorlardı, siyasi faaliyette bulunma hakkını kullanamıyorlardı. Nitekim üniversitelerden atılmak zorunda kalan dini inancı sebebiyle başını örtmekle eğitim hakkını kullanmaktan birini seçme zorunda kalan nice kızımız, genç kadınımız eğitim hakkından vazgeçmiş. Pek çoğu zaten bu zorluğu gördüğü için de üniversite tercihlerine bile gitmemiş. Pek çok kişi de istihdam hakkını kullanamamış. Çalışırken başını örtmek tercihinde bulunan nice kadın da işinden olmuş, meslekten ihraç etmişler. Merve Hanım örneğinde gördüğünüz gibi siyasi faaliyette bulunmak isteyen yasal aday olan seçilen, Meclis'e gelen yemin etmek isteyen bir milletvekiline Meclis dar edilmiş, hatta Türkiye dar edilmiş, çocukları linçe muhatap tutulmuş, vatandaşlığı elinden alınmış ve ülke dışına gitmek zorunda bırakılmış. Türkiye, dönüp baktığınızda başörtüsü yasağı ve zulmü nedeniyle çok ciddi bedeller ödemiş bir ülke. Halkımız ödedi. En başta da Sayın Cumhurbaşkanımız ödedi. Hem kendisi hem çocukları hem eşi hatırlarsanız biz yeni hükümet olduğumuz dönemde çok kıymetli bir sanatçımızın GATA'da tedavisi sırasında muhterem hanımefendi Emine Erdoğan ziyarete gitmek istedi ve Başbakan eşi olduğu halde ziyaret yapamadı. Başörtülü birisine hasta ziyaretini dahi çok gören bir ilkel anlayış Türkiye'de uzun zaman maalesef hayatımıza egemen oldu, pek çok insanın hayatını kararttı. Bizim bu yaşanmışlıkları gördükten sonra çözüm irademiz 2008'de geldi. MHP'yle hatırlarsanız beraber 10 ve 42'yi değiştirdik. Ve '411 el kaosa kalktı' manşetleri atıldı, Anayasa Mahkemesi'ne konu taşındı ve Anayasa Mahkemesi bu değişiklikleri yetki sınırlarını da aşarak iptal etti. Arkasından da AK Parti'ye kapatma davası açıldı, 14 Mart 2008. Biz, başörtüsüne hürriyet verelim, insanlarımızın bu yaşam tarzı tercihlerini ya da inancı sebebiyle başını örtme, açma veyahut da kıyafet tercihlerinin önündeki yasakları kaldıralım derken, 'Siz bu adımı attınız' diye AK Parti'ye kapatma davası açıldı. Ve arkasından 2012'den sonra da bütün bu alanlarda, 2013 yılında serbestlikler geldi parlamentoda, başka alanlarda. Ve bizim bu attığımız her adım maalesef Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Anayasa Mahkemesi'nde dava edildi. Fakat gelinen noktada en son Sayın Kılıçdaroğlu yaklaşan seçimlerin de tesiriyle ben siyasi görüyorum. Eğer 2023'te seçim olmasaydı bu bir, İki, yüzde 50 artı 1 seçilmek için gerekli ve zaruri olmasaydı ne Sayın Kılıçdaroğlu böyle bir adımı atmayı aklına getirirdi ne de atardı. Ne yapıyor? Kerameti kendinden menkul bunların. Kalbimizi mi okuyor? Aklımızdan geçeni mi biliyor?

Bakın bugün ülkemizde başörtülü vekil var mı? Bakanlarımız oldu mu? Kamuda her alanda asker, polis, hakim, savcı var mı? Eğitimde ortaöğretim, yüksek öğretimde yaşanan bir sorun var mı? Biz bu sorunu 2013'te çözmüşüz. O yönetmelikleri kaldırdık, uygulamaları sağladık ve yeni düzenlemeler yapıldı ve yaklaşık 2013'le 2022 arasında gördüğünüz gibi 9 yıl olmuş sorun çözüleli ve Türkiye'de herkes böyle bir sorun varlığını bile unutmuş, hatta bazı başörtülü hanımefendiler sorunu CHP'nin çözdüğünü zannedecek kadar da mesele ne yapılmış? Unutulmuş gündemden düşmüş. CHP'ye teşekkür eden biliyorsun bazı hanımefendiler de oldu. Başörtüsü zulmünün failine, 'başörtüsü zulmünü çözdünüz' diye teşekkür edenlere bile biz rastladık. Bu neyi gösteriyor? Bu sorun, Türkiye'nin gündeminden düşmüş. Cumhuriyet Halk Partisi bu konuyu Türkiye'nin gündemine yeniden taşımasının iki sebebi var. Bir, seçim, muhafazakar seçmenler 'Acaba Cumhuriyet Halk Partisi ve bu zihniyet yeniden iktidar olur ise başörtüsü yasağı yeniden gündeme gelebilir mi?' diye onların konuştuklarına eminim ki onlar duydular. Halkta CHP'ye dönük böyle bir endişe değil, kanaat çok. Bende var. 

Şu anda bunu CHP'lilerin kendileri söylüyor. Yani eski bakan Fikri Sağlar, 'Başörtülü birisinin ben hakimliğine nasıl davranacağım?' Kendi şu anda parti meclisi üyelerinde olanlar söylüyor. Bunu biz söylemiyoruz ki. Onlar söylüyorlar ve onların konuşmaları halkta ne yapıyor? Zihni bulandırıyor. 'Acaba bunlar gelirse buna kafa değişti mi? Değişmedi mi?' Şimdi bir tanesi bu. Onlar bu endişeyi görünce bu endişeyi gidermek için bu adımı atma gereği duydular. İkincisi, yüzde 50 artı 1 gerekiyor. Başkanlık sisteminin dönüştürücü gücüdür bu. Çünkü başkanlık sistemi olmasa CHP çok rahat. Nasıl olsa eksi artı 25. Hiç değişmiyor. Koalisyon parçası da olma ihtimali o sistemde var. Dolayısıyla herhangi bir atılım yapmaya, değişime ihtiyaç yok. Ama şimdi 25 yetmiyor, 40 da yetmiyor, 50 de yetmiyor. CHP'nin bütün oyu tek başına sol oy CHP'de birikse dahi netice alamıyor. Onun için kendi gibi düşünmeyenlerin oyuna ihtiyacı var. Yüzde 50+1. Altılı masayı kurduran da odur. Bu, başkanlık sisteminin dönüştürücü gücüdür. Eğer yüzde 50 artı 1 olmasaydı ne helalleşme diye bir kavramı gündeme getirirlerdi ne Saadet Partisi'yle, diğer partilerle aynı masada oturmayı içine sindirirlerdi, ne başörtüsüyle ilgili sorun yaratan da olsa çözüm kılıfı altında bir teklif verebilirlerdi, ne de 'Gelin biz bu konularda şöyle şöyle yapalım.' Samimi değil. Hesap çok açık ortada. Yani bunu bu hesabı görmek için uzağa gitmeye gerek yok. Herkesin gördüğü bir hesap, yani açık hesap bu, açık kaynak. Bunu yorumlamak için uzman olmaya da gerek yok. Çünkü CHP bugüne kadar yaptıkları ortada ve şu anda bile bu konu gündeme geldikten sonra CHP'nin kendi içinde nasıl tepkiler verdiğine de bakın. Tepkilere baktığınızda, Kılıçdaroğlu'nu yalnız bırakıldığını da ve oradan çok büyük bir tavır ortaya konduğunu da çok net bir şekilde görüyorsunuz.

Önemli olan seçime dönük bir vaat değil. Önemli olan bir zihniyet değişimidir. Seçimden önce, daha önce de Türk milleti gördü. Sayın Baykal zamanında çarşaflı hanımefendilere rozet takıldı. Ama daha sonra çarşaflar ayakların altında çiğnendi. Bu millet seçime giderken başörtülülere nasıl itibar edildiğini seçimden sonra da geçmişte ne tür muamelelere maruz kaldığını yaşayarak gördü. Onun için beyan değil, amel esastır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin amelleri, geçmiş amelleri şu anki beyanlarını tekzip ediyor. Bu konuda halkı inandırması için beyanlarını amelleriyle yani icraatıyla teyit etmesi lazım. Kendi içindeki farklı seslere karşı da ona sesini yükseltmesi lazım. 'Bunlar da haktır. Bunlar vatandaşımızdır. Bunlara karşı böyle bir saygısızlığı yapamazsınız' demesi lazım.

Türk Tabipler Birliği'nin temsilcisi zaten Türk tabiplerini temsil etmiyor bunlar. Yani ben onu haysiyetli Türk tabiplerinin temsilcisi olduklarına inanmıyorum ve bugüne kadar terör örgütlerinin ağzıyla konuşmayı marifet zanneden kesimler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 40 yılı aşkındır, terörle etkin ve kararlı mücadele eden bir ülke ve bugüne kadar terörle mücadelesinde sivillere zarar vermeden, hukuka aykırı, uluslararası hukuka aykırı hiçbir iş ve işlem yapmadan bütün taahhütlerine bağlı kalarak bu mücadeleyi biz yürüttük. Hendek terörü sırasında hatırlarsanız insanları sokağa dökmek ve orada sivillerin ölmesini sağlamak için terör örgütü nice masumu ve orada şeyin önüne sürdü, o mücadelenin önüne. Ama o dönemde de şehitlerimizin sayısı arttı. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti güvenlik güçleri tek bir sivil vatandaşımızın burnunun kanamasına izin vermedi. Biz terörle yurt içinde yurt dışında mücadele ediyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri veya güvenlik güçleri yasak herhangi bir silahı bugüne kadar kullanmamıştır. Kim 'kullandı' diyorsa PKK terör örgütünün, propagandalarını tekrarlıyor.

Öncelikle bu maden kazasında hayatını kaybeden bütün şehitlerimize Cenabıhak'tan rahmet diliyorum. Ailelerine, yakınlarına, sevenlerine sabır ve başsağlığı diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun. Şu anda yaralılarımız var. Çam Sakura'da tedavileri sürüyor. Onlara da Rabb'imden acil şifalar diliyorum. Elbette ki bu kaza hepimizin yüreğini yaktı. Ateş düştüğü yeri yakıyor ama bu ateş 85 milyonun da kalbine, yüreğine düştü. Bu hepimizin ortak acısı. Bir yandan cenazelerin teslimi, defin işlemleri bir yandan yaralıların tedavisi sürerken diğer yandan da tabii bu süreçle ilgili adli ve idari bir tahkikat başlatıldı. Hem idari yönden konu geniş boyutlarla araştırılıyor hem de Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı ve Amasra mülhakatında bu konuyla ilgili soruşturma başlatıldı. Ayrıca Hakimler ve Savcılar Kurulu bu konularda soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmesini temin maksadıyla oraya kıdemli savcı yetkilendirmesi de yaptı ki soruşturma etkin bir biçimde yürütülsün. Olayın duyulduğu andan itibaren savcılık hemen adli tahkikatı başlattı. Resen başlattı. Arkasından burayla ilgili 3 savcı görevlendirdi. Sonra 5’e çıktı. Sonra da HSK demin dediğim gibi oraya daha kıdemli bir savcıyı yetkilendirdi ve soruşturma devam ediyor. Bütün boyutlarıyla devam ediyor. Şunu söyleyeyim bu konuda karanlıkta kalan hiçbir husus kalmayacaktır. Vatandaşımızın sorduğu hiçbir soru cevapsız kalmayacaktır. İhmali, kusuru olan kim varsa üzerine gidilecektir, ne kadar burada yasalarımızın müeyyidelendirdiği husus varsa tespit edildiğinde o müeyyidelerde tereddütsüz uygulanacaktır. Onun için de soruşturmanın sağlıklı yürümesi esastır. Şu ana kadar savcılık burayla alakalı bir bilirkişi heyeti görevlendirdi. Yedi kişiden oluşan. Bilirkişiler geldiler önceki gün bir çalışma yaptılar, dün de bir çalışma yaptılar akşama kadar. Çalışmalarını ilk aşamasını tamamladılar. Şimdi oradaki tespitler çerçevesinde bir ön rapor hazırlığı devam ediyor. Şu ana kadar daha yeni olduğu için ön raporda ne yazdılar, ne yazacaklar onu bilmiyoruz.

Bilirkişiler bunların hepsini raporlarına dökeceklerdir. Şimdi bilirkişiler çalışıyor. İki ocaktaki bütün dijital materyalleri, hard disklere, elektronik iletişime ait ne varsa savcılık hepsine el konulması ve bunların delil mahiyetinde değerlendirilmesi için karar verdi. Bu da aynı şekilde devam eden bir başka süreç. Öte yandan da şehitlerimizin yakınları, yaralı kurtulan madencilerimiz bunların da ifadelerine başvuruluyor. Kimileri tanık kimileri müşteki olarak. Bunlar da şu anda yürüyor. Dün itibariyle yaklaşık elliye yakın ifadenin alındığını şimdiye kadar biliyoruz. Yani bugün de bu çalışmalar devam ediyor ve diğer bütün çalışmalar birlikte değerlendirildikten sonra adımlar atılacak. Ama bazen şu söyleniyor işte gözaltı yok, şu yok, bu yok. Şimdi olay cuma günü oldu. Herkes oradaki yangını söndürmek, içeride bulunan canlarımızı kurtarmak için uğraşırken ocakta çalışanlar bunun için uğraşıyor, işletmenin yöneticileri hepsi bunun için uğraşıyor. Bir yandan hayatını kaybedenlerin ölü muayeneleri otopsi adli tıp tarafından yapılıp teslim ediliyor. Ocak yanıyor. Böyle bir ortamda tabii adli sürecinde ocağın içine dönük işletilmesi mümkün değil. Bilirkişilerin ocağa girmesi için bir defa yangının sönmesi içeride, soğutmanın yapılması ve içeride can güvenliği olacak bir iklimin de oluşması gerekiyor. Ondan sonra girecek. O yüzden olayın şartlarını bilmeden değerlendirme yapanlar niye yapılmadı? nasıl yapılacak? Fiili imkansızlık var. Yangın sürüyor bilirkişi giremiyor ve orada içeride canlar var. Önce yangını söndürmek, canları kurtarmak arkasından diğer yapmak. Şimdi bütün bunların hepsi adli tahkikat çerçevesinde yapılması gerekenler bir yandan yangın söndürmek için uğraşılırken adli süreçte kendi seyri içinde işledi ve işliyor. Önümüzdeki günlerde bu ifadelerin hepsi tamamlanacak ve ayrıca sadece o vardiyada olanlar değil o vardiyadan önce olanların da ifadeleri alınacak. Belki onlar bir şeyler gördüler, bir takım bilgiler var. Acaba idareye şu eksik var, şunları düzeltin diye müracaatlar oldu mu olmadı mı? İdare bunun karşısında ne yaptı veya yapmadı. Bütün bunlar da araştırılıyor. İşte 6 dakikayla ilgili söylenen konuyla alakalı şu anda inceleme yapılıyor. Nedir bu, bu arada ne oldu, ne olmadı? Şu anda orada bir kayıp var ve bunun neden kaynaklandığı bilirkişi raporuyla ortadan ortaya çıkacaktır. Şu anda bilirkişiler bunu da araştırıyorlar.

Yani şu anda tabii soruşturmanın detayına ben vakıf değilim. Benimki genel bilgiler elde edilen veriler elbette soruşturma makamlarında ama şu anda benim gördüğüm kadarıyla daha ön bilirkişi raporu çıkmadan bu konuda değerlendirme yapmak ya eksik olur, ya yanlış olur. Doğru değerlendirme için bilirkişinin ön raporunu bir görmek, ikincisi dijital verileri bir incelemek orada ne oluyor, ne bitiyor? Orada sürekli gözetleyen çalışan görevliler var. Onların da ifadelerini almak ve oradaki bütün verileri bir değerlendirmek gerekiyor. Bu biraz zaman alacak. Muhtemeldir önümüzdeki haftaya kadar ben bir ön raporun çıkacağını tahmin ediyorum. Ön rapordan sonra belki daha rahat… Bilirkişi tabi ne kadar sürede rapor vereceğini bilemiyorum ama muhtemeldir ki bir ön raporu önümüzdeki hafta içerisinde yetiştirebilir diye tahmin ediyorum.

Tabii ben üzüldüm işin doğrusu Kur'an-ı Kerim okumama yönelik eleştirilerden dolayı, çünkü biz Müslüman Türk milletinin bir ferdiyiz. Bizde cenaze merasimi nasıl olur? Cenaze namazı nasıl olur? Mezarda ne yapılır? Yani bizim kadim bir kültürümüz var. Biz oradan biliriz ve ölenin arkasından Kur'an okumak en büyük dua olduğuna inanırız. Ve biz mezara gittiğimizde de defin sırasında da daha sonrasında da geçmişlerimizin ruhu için Kur'an okumayı adet edinmiş ve bunu en büyük dua kabul eden bir anlayışın sahibiyiz. Ben Adalet Bakanı olarak onca acının içerisinde o aileyi görünce, o delikanlıyı, gencecik daha bekar görünce ben çok etkilendim. Ben ona karşı ne yapabilirim? Benim elimden ne gelebilir? Hiç olmazsa bir Kur'an'ı Kerim okuyarak dua etmek istedim. Ben Kur'an-ı Kerim okumayı bilen ilahiyat mezunu birisiyim. Ben bugün Kur'an okumuyorum. Ben daha pek çok cenazede Kur'an-ı Kerim okumuş birisiyim. Siyasi bir maksatla da değil. Okumadığım da çok cenaze var. Ama bazılarında böylesi büyük bir olayda da ben şehidimizin de gençliği nedeniyle çok etkilendim. Orada hocalar Kur'an okudular. Onların yanında ben de ilave Kur'an'ı Kerim okudum. Bunun ayıplanacak, kınanacak bir yönü yok. Kur'an-ı Kerim okumak, her Müslüman için olduğu gibi benim için de şereflerin en büyüğüdür. Bir mezarda bir şehidimizin arkasında Kur'an okumak beni ancak gururlandırır. Kınanacak bir iş değil bu. Esas kınanacak bunu eleştirenlerdir. Efendim, Kur'an-ı Kerim okudu. Soruşturmalar devam etmedi falan, ne alakası var? Benim Kur'an-ı Kerim okumamla soruşturmanın devam etmesi, etmemesinin bir bağı var mı? Soruşturmayı savcılık yürütüyor. Ve soruşturma devam ediyor. Biz o gün olay olur olmaz savcılık hemen harekete geçti. Savcılar görevlendirildi. Bölgeye adli tıptan takviyeler biz aktardık. Orada herhangi bir aksama olmasın. Cenazeler gecikmeden ailelerine teslim edilsin. Başka pek çok iş yapıldı orada ve o süreçlerin hepsi yürüyor hiçbirinde bir aksama yok. Sanki ben Kur'an okuyunca soruşturma durmuş soruşturmayı ben mi yapıyorum? Soruşturmayı savcı yapıyor. Ve oradakiler yapıyor ve ben oraya gittiğimde de önce Amasra Cumhuriyet Savcılığı'na gittim. Daha cenazeye katılmadan oradaki soruşturmalar hakkında ne oluyor, ne bitiyor diye neler yaptılar? Orada bir bilgi aldım ve soruşturmanın seyri hakkında ve bundan sonraki devam eden şeyleri hakkında. Ama biz yaptığımız her işi kamuoyuyla paylaşmıyoruz. Fakat soruşturma bütün boyutlarıyla devam ediyor. Efendim sen Kur'an okudun da soruşturmayı yaptın mı? Soruşturma ben yapmıyorum, iki Kur'an okumak soruşturmanın yapılmasına mani bir iş değil. Üç, soruşturmaları savcılarımız yürütüyorlar ve en etkin bir şekilde soruşturmanın yürütülmesi için ben kurul başkanı olarak da bundan sorumluyum. Birinci daire ayrıca yetkili, kıdemli bir savcımızı da oraya görevlendirdi. Bunlar üzücü, ben işin doğrusu artık Türkiye'nin bu ilkel anlayışı aşması gerektiğini düşünüyorum. Hani dediniz ya başörtüsü konusunda bir endişe var mı? İşte hesap edin ya. Bir bakan Kur'an-ı Kerim okudu diye rahatsız olan bir zihniyet ve bu zihniyetin Türkiye'de söz sahibi olması, insanları endişelendirmez mi? Tekrar gelir mi? İşte buradan dolayı insanlar sözlerine inanmıyor. Bir yandan helalleşme diyor. Öte yandan hesaplaşmak için neler yapacağını açıklıyor. Bir yandan başörtüsünü hürriyet diyor. Öte yandan Kur'an okuyan bir bakanı yerin dibine sokmak için her şey yapılıyor. O zaman vatandaş demiyor mu? Siz ne yapıyorsunuz. Bir yandan bunu diyorsunuz öte yandan hem de 41 kişinin şehit olduğu bir yerde bir şehidin mezarında Adalet Bakanı Kur’an okudu diye demediğinizi bırakmıyorsunuz. Efendim biz demiyoruz, ama o diyenlerin hepsi sizi başarınız için genel başkandan daha çok çalışan insanlar.

Esasında insanların toplum içinde saygın, onurlu ve itibarlı yaşamasını temine dönük bir yasadır. Yalandan, iftiradan ve pek çok şeyden nice insanımız mağdur olmuştur. Bugün Türkiye'nin dört bir yanında iftiralar nedeniyle savcılıklara suç duyurusunda bulunan yalan haber nedeniyle itibarını kaybeden, yalan haber nedeniyle saygınlığını kaybeden nice insan var. O yüzden buna karşı bizim ceza hukukumuzda esasında bunu koruyan hakaret suçları var. Öte yandan iftira suçu var, başkaca suçlar var. Bunlar bireylerin saygınlığına, itibarına, onuruna karşı, aslı astarı olmadık itibar suikastçılarına karşı vatandaşlarımızı koruyor. Yani kim tertemiz olan bir insanın yalan bir haberle kirletilmesini ister. Dolandırıcı olmayan birine dolandırıcı demek onu lekelemez mi? Ailesinin itibarını zedelemez mi? Bunlara karşı bizde hakaret suçları var. Efendim dediğim gibi iftira ediyorsa bir suç isnadında bulunuyorsa bunlar ayrı ayrı bizim ceza mevzuatımızda suç olarak düzenlenmiş ve insanlarımızın her birinin itibarlı, saygın ve onurlu bir birey olarak yaşaması, itibar suikastçilerine karşı, itibar cellatlarına karşı insanlarımızın korunması için hukukumuzun sağladığı birer hukuk müessesesidir. Ama buna bakıldığı zaman bu biraz daha genel bir düzenlemeyi, esasında toplumu, devleti binevi 29. Madde kuruyor. Ya orada yalan haberle, aslı astarı olmadık şeylerle insanlarımız arasında korku, endişe, panik yaratmak maksadıyla ülkenin iç ve dış güvenliği kamu düzeni ve genel sağlıkla ilgili, gerçeğe aykırı olduğunu bile bile yalan olduğunu bile bile ve kamu düzeni bozsun diye insanlar birbirine karşı husumet beslesin ya da birbirine karşı birtakım fiili davranışlara geçsin diye aleni olarak bunları yaymadan bahsediyor. Şimdi bu şeye baktığınız zaman suçun unsurlarına bu suçun unsur normal bir gazetecinin efendim işte şöyle yazdım. Bu buraya girer mi? Girmez. Efendim ne diyor? Diyor ki sadece özel bir kast aranıyor. Korku, endişe, panik yaratmak kastı olacak, özel bir kast.

Yargının bağımsız ve tarafsız olması, Anayasa’mızın da bize emridir. Daha önce yargının Bağımsızlığından bahsediyor. Anayasa’ya 2017’de tarafsızlığını da koyduk. Yargının bağımsız ve tarafsız olması anayasamızın emridir. Bizim de Adalet Bakanlığı olarak üzerinde en çok durduğumuz şeylerdendir. Hükümet olarak da biz bu konuda çok ciddi adımlar attık. Bir kaç tanesini söylemek isterim? Bakın biz ne yaptık? Hakimler ve Savcılar Kurulu eskiden yedi kişiden oluşuyordu. Adalet Bakanlığının bir odasında duruyorlardı. Adalet Bakanı yine kurulun başkanıydı. Bak şu anda ne yapıyor? On üç kişiden oluşuyor. Meclis hiç üye seçemiyordu. Meclis üye seçiyor. Nitelikli çoğunlukla seçiyor. Yedi kişisini meclis seçiyor ve en son seçimde de bildiğiniz gibi bütün partiler uzlaşarak Hakimler ve Savcılar Kuruluna üye seçtik. Biz ne yaptık? Orayı birilerinin kontrol ettiği bir düzenek olmaktan çıkardık ve orada çoğulcu bir yapı oluşturduğumuz gibi HSK'nın demokratik meşruiyetini de arttırdık ve güçlendirdik. İki, sekreter işlerini daha önceki HSK’nın tamamına Adalet Bakanlığı personel genel müdürlüğü yapardı. Şimdi kendi sekretaryasını kurduk. Sekretarya işini HSK'nın kendi genel sekreteri ve ona bağlı yardımcıları yapıyor. Üç, hakimleri savcılarının teftişiyle, adalet hizmetlerini teftişi Adalet Bakanlığı'ndaydı. Biz şimdi HSK'da teftişi ayırdık? Hakim ve savcıların teftişini HSK yapıyor. Eskiden olan düzenle şimdiki olan düzene bakarsanız, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda biz tarihi bir büyük reforma imza attık bu konuda önemli mesafeler kat ettik. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı Türkiye'de maalesef kimi ideolojik ayrışmalara, siyasi ayrışmalara dayalı olarak yapılan değerlendirmeler bundan çok büyük zarar görüyor. İşte siyasi kişiler veya ideolojik kişiler veya başka başka kişiler kendilerini yakın gördükleri biri ceza aldığında işte sarayın yargısı veya kendilerine uzak olan birisi ceza aldığında işte Ankara'da hakimler var gibi yaklaşımlar sanki Türk mahkemelerinin ve hakimlerinin kararlarını, kişilerin siyasi kimliklerine göre verdiği algısını besliyor. Türk yargısına yapılan çok büyük bir haksızlıktır. Bizim ülkemizde hakim ve savcıların tarafsızlığı ve bağımsızlığı anayasal ve yasal düzeyde güçlü teminatlar altına alınmıştır. Uygulamada da biz bu teminatların gereklerine riayet edilmesi konusunda azami hassasiyet gösteriyoruz. Yani kamuoyunu anlatayım diyelim. İstanbul'da davayı vermeyeceğim. Bir davada karar vermiş bir hakimimiz, tayini çıkıyor. Manşetler atılıyor. Şöyle muhalefet yazdı diye adamı falan yere sürgün ettiler. Yok, öyle bir şey. Yalan yazıyorlar. Yalanı manşet yapıyorlar. Sonra da o yalana inananlar bize saldırıyorlar. Kim giriyor diyorsa onlar bu dezenformasyon yasasını yasakladığı yalanı yasaklamadığı alanlarda yalanı şaha kaldırıyorlar. Ya şimdi alakası yok. Nedir o? Biz de baktık ya neymiş bu? Orada görev süresi dolmuş, kendi tayin istemiş. Tayinden de birinci tercihini veya ikinci tercihine yerleştirilmiş. Ama bakarsanız iktidar karşıtı medyaya muhalefet şerhi yazdı diye adama ceza veren bir atamayı HSK yaptı diye haberleştiriyorlar. Biz bunlarla mücadele ediyoruz. Böyle bir böyle bir şeyde toplumun iki ayrı eksende farklı görüşleri yaptı. Birisi biri bir laf söylüyor. Doğru diyor. Hemen inanıyor. Ya bir de bak bakayım doğru mu bu? Teyit et aslı var mı yok mu? Sonra iki gün sürmeden yalan olduğu çıkıyor. Ama önceki söylenen söz dünyayı üç defa turluyor. Doğru ise olduğu yerde kalıyor.'' dedi.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.