Her şey, mensubu olduğum Eğitim Bir Sen sendikasından Balkan gezisi konulu bir sosyal medya iletisi almamla başladı. Karar vermekte hiç zorlanmadım ve anında katılım talebinde bulundum. Seyahat; gönüllerimizin bir olduğu, gönül coğrafyamıza düzenlenecekti. Bir zamanlar Osmanlı şemsiyesi altında hep birlikte yaşadığımız, çoğuyla din, dil, milliyet birliği içerisinde olduğumuz, coğrafyanın yemyeşil olduğu topraklara yolculuğumuz başladı böylece.

Her ne kadar kelimenin etimolojisini bilmesem de “Balkan” sözcüğü, “lar” çoğul ekiyle birlikte “Balkanlar” şeklinde kullanılıyor. Sözcük; “Sarp sıradağlar ve ormanların olduğu yerler” anlamında Türkçe kökenli bir kelime olarak birçok dilde kullanılmaktaymış. “Bal” ve “kan”ın her an yana yana olduğu, “bal” üzerine “kanın” her an damlamaya hazır olduğu bir coğrafya burası. Topraklarının bir kısmı bu coğrafyada yer alan Türkiye dâhil çok sayıda ‘yalancı cennet’ Balkan ülkesi bulunmakta. Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Romanya. Bu ülkelerin çoğu, doksanlarda Yugoslavya’nın dağılmasıyla bağımsızlıklarına kavuştular.

Yemyeşil ormanlarla kaplı görkemli sıradağlar ve bu dağların en yüksek, en görünür yerlerine dikilmiş haçlar. O kadar çok ki. Hristiyan yönetimler, Müslümanların çoğunlukta olduğu birçok yere dahi dikmiş haçları. Bu durum; aklıma, Bilge Kral Aliya’nın meşhur sözünü getirdi: “Dağlara ne kadar haç dikerseniz dikin, gökyüzüne her baktığınızda Hilal’i göreceksiniz.” İşte o kadar. Diktikleri haçlarla; bizlere hoşgörü nutukları çekerken, kendilerinin ne kadar bağnaz olduklarını da delillendirmişler oluyorlar böylece. Öyle ki; kaldığımız otellerin bazılarında, odalarımızın başköşesinde çarmıha gelirmiş birer İsa figürü asılıydı. Onların Türkiye’de kaldıkları otellerin odalarına birer hilal çaksak hemen oteli terk ederler.  Onlar dağı taşı haç ile mini kiliseler, heykeller ile doldururken, Müslüman kardeşlerimiz de epey cami yapmışlar. Yollardan araç ile geçerken haç ile hilal çekişmesini hemen fark ediyorsunuz.  Zaten, Balkan devletlerinin sınırları belirlenirken, sanki bu çekişme, çatışmaya dönsün diye sınırlar çizilmiş. Örneğin Bosna-Hersek. Sanırsınız ki tamamı Müslüman bir Balkan ülkesi. Oysa hiç de öyle değil. Devlet içerisinde üç ayrı kanton var. Hristiyan Ortodoks Sırplar ve diğerleri neredeyse ülkenin yarısını oluşturuyorlar.

Öyle bir coğrafya ki Adriyatik Denizi kıyılarında şehirler. Deniz olmayan yerde göller, göl olmayan yerde göl büyüklüğünde dev nehirler, ırmaklar, hatta sulak alanlar var. Suyun olmadığı ve çevreyi güzelleştirmediği yer yok gibi. Kosova ve Belgrad Ovası gibi düzlük alanlar bile yem yeşil ve ekili. Demek ki buralar da sulak arazi. Dağlar, dağlar ve ovalar. Ormanlar, yer kabuğunun tamamına giydirilmiş yeşilin her tonunda bir libas. Bu dağları birbirine bağlayan, çoğunu Türklerin yaptığı otobanlar. O kadar yüksekte yol alıyorsunuz ki bazen aşağıya bakmaya çekiniyorsunuz.

Ortak geçmişe sahip olduğumuz hemen her Balkan ülkesinde çok sayıda Türkçe bilen var ve anlaşmak çok da zor değil. Özellikle yemek için gittiğimiz mekânlarda garsonlar dâhil, anlaşacak kadar Türkçe biliyor, hatta Türkçe nükte dahi yapıyorlar. Zaten rehberimiz Emir Yıldız Bey bizleri böyle mekânlara yönlendirdi. Buralar genellikle Müslümanların daha rahat yemek yiyebileceği, helal kesim et ve et ürünlerinin kullanıldığı, domuz eti ve muhteviyatının kullanılmadığı lokantalar. Fiyatlar euro üzerinden olduğu için Türk lirasına çevirdiğinizde herhangi bir Anadolu şehrine göre pahalı gelebilir. Ama euro olarak düşünürseniz, 10-20 euro’ya karnınız doyabilir. “Yemek için yaşayan” değil de “yaşamak için yemek” anlayışında olan biri aç kalmaz. Lâkin yemeklerin bize göre çok tuzlu olduğunu belirtmeliyim. Bu beslenmeye rağmen, onlar bizden daha iri kıyımlar, genel olarak kilolu değiller ve sağlıklı görünüyorlar. Belki de yemekleri bize göre daha lezzetsiz olduğu için az yiyor ve sağlıklı kalıyorlardır. Bizim yemeklerimiz ile bir kıyas yapın derseniz, öyle bir kıyas yapamam. Yeme, içme, lezzet, tat, kıvam, doyum, kalite ve hesaplılık bizde… Bir de Balkanlar’da zeytin ve çay nadir olarak bulunuyor. Bu ikisini çok seviyorsanız yanınızda bulundurmalısınız.

Balkan gezimiz, İstanbul Kadıköy, Söğütlüçeşme’den iki grup iki otobüs ile hareket etmemizle başladı. İpsala Sınır Kapısından Yunanistan’a geçerek ilk önce Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın memleketi ve kurabiyeleriyle ünlü Kavala’ya ulaştık. Çok güzel, şirin bir şehir. Sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal’in doğduğu evi ve evin bulunduğu Selanik şehrini gezdik. Ardından Kuzey Makedonya Devleti’nin Manastır şehrine geçtik. Hani şu tarih kitaplarında adını çokça duyduğumuz “Manastır Askeri İdadisi’nin olduğu şehir. Şehir de bulunan Osmanlı eseri camileri ziyaret ettik. Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal’in de öğrencisi olduğu, okulu birinci ve ikinci olarak bitirdikleri ve bugün müze olan Askeri İdadi Binasını gezdik. Manastır da “borovnisa” adlı yaban mersininden yapılan bir içecek içtik.

O gün akşam, Ohrid Şehrindeki Ohri Gölü kenarında bir otelde konakladık. Gölün toplam 88 km’ye yakın kıyı uzunluğu bulunmakta ve bunun 56 km’si Kuzey Makedonya sınırları içerisinde, yaklaşık 32 km’si de Arnavutluk devleti sınırları içerisinde bulunmakta…

D E V A M  E D E C E K

Es-selam

Ömer Emir DOĞAN

Eğitimci - Yazar

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Muzaffer Yuvacı 4 ay önce

Çok güzel kaleme almışsınız.İlgiyle okudum. Teşekkür ederim.