Öykülerimiz farklı olsa da yaşam ortak alanımız. Her birimiz yolculuğa başladığımız ilk durakta değiliz. Yolu uzun sanıp çokça tamah ettiğimiz yalan dünyanın duraklarına uğraya uğraya veda ediyoruz yaşanmışlıklara… Ve biriktirdiklerimizle ilerliyoruz bir sonraki durağa… Nihayete ermeden son nefesi vermeden sözün özüne, sahrada sudan yanmış yürekler gibi yanmak istiyoruz. Güzel olanı, güzele dair olanı biz yaşayalım istiyoruz. Güçlü olan, maddenin ve mananın vücut bulduğu bedenler biz olmak istiyoruz. Her önümüze gelene diz çöktürmek, doğru olanın bizden ibaret olduğunu haykırmak ve her durakta bizden geriye izler bırakmak istiyoruz. İyi de geride kalan izlerimiz, “ bir hoş seda mıdır?” “yoksa boş seda mı?”, bilmiyoruz. Her ne varsa güzellik adına yok sayıyor, ayaklarımızın altına serilen cömert toprağa meydan okuyor, sanki son durak gelmeyecekmiş gibi ortalığı kasıp kavuruyoruz. Âşık Veysel’in “ benim sadık yârim kara topraktır” dizelerinden hiç utanmıyoruz, ders almıyoruz. Geldiğimiz yeri, özü ne tez unuttuk. “Sahi, yaradılış gayemizi hatırlayan var mı?” Hatırlamaktan kastım, aklından geçirmek, söylemde bulunmak değil, eylemle buluşturup etrafı gül bahçesine çevirmektir. Ne oldu da insanlar, bugünün Müslüman’ına geldiklerinde onlardan olumlu dönüt almıyor. Yusuf İslam’ın “ Kuran’dan önce Müslüman’ları tanısaydım asla Müslüman olmazdım” demesi hayra alamet değil. Sahi ne zaman bu kadar uzaklaştık güzel olana dair her şeyden. Hangi ara kör etti gözümüzü, sağır etti kulağımızı dünya çıkarı… Ne zamandan beridir satar olduk, üç kuruşluk dünya makamı için kardeşlerimizi… Abdürrahim Karakoç ne de güzel söyler;

Rıza-yı Hak için çıkmışız yola
Kulların engeli yıldırmaz bizi
Onulmaz dostların açtığı yara
Düşmanın kurşunu öldürmez bizi

Dost bildiklerimiz canımızı acıtır olmuş, yüreğimizi yakar olmuş. Kendi heva ve hevesine yenik düşen Müslüman’lar(!), önüne gelene çamur atar olmuş. Trene binenler, trenden inenler, bindirilenler, bindirilmeyenler… İyi de bu dünyalık tren nereye gider? Düşünenimiz var mıdır? Binilecek bu trenin vardığı durak bize yar mıdır?

Hayat treninin yolcuları indiğinde bir daha binemeyecekler oysa. Gerçek olan budur. Ve bu tren çıkar ilişkisi gütmez. Günde beş istasyona uğrar, mola verir. Nemalanmak isteyen yönünü kıbleye döner ve kul olmanın yiğitçe hakkını verir. Madde barınmaz içinde, manadan gayrı hiçbir şeye izin vermez. Siyaset gütmez, insan sınıflandırmalarına ve sıfatlarına bakmaz, herkesi eşit tutar. Tam da bu esnada sorar ayetler” hiç düşünmez misiniz, hiç akletmez misiniz?” diye… Düşünmek tefekkürdür, düşünmek insan kalabilmenin birincil koşulu… Ve düşünmek, düşünebilmek manevi iklimlerde sırılsıklam yağmurda ıslanmaktır. Zira diğer bütün geçici huzurlar(!), çıkar tezgâhlarında dokunmuş ucuz ipliklerden örme elbiseleri giydirir, gözleri kör, kulakları sağır eder, helalin harama peşkeş çekildiği makamları ayaklarının altına serer. Ve düşünme melekelerinin kaybolmasıyla, batılın kılavuzluğunda İslam’ın nuruna erişmeye çalışan aldanmış sürüler ortaya çıkar. Günümüz de yaşananlar tam da budur.

Her insanda olduğu gibi ömür yolculuğunda yaptığımız hataların varlığını kabul ederiz. Ve tövbe kapıları bu manada Yaradan tarafından bizlere sunulmuş birer nimet kapısıdır. Yüce Mevla bizlere, Müslüman yurdunda doğmayı bahşetmiş. Çizdiği yolda, hak olana hizmet eden bir ecdadın evlatları, torunları olmayı nasip etmiş. Hak davaya hizmet eden insanları sevebilmeyi nasip eylemiş

Çanakkale’yi, Sarıkamış’ı, Malazgirt’i, Bedir’i, Uhud’u düşününce başka bir nazarla bakıyor bugünün halet-i ruhiyesine. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri yarabilirsin nede dağlara boyca ulaşabilirsin (İsra 37). Günümüzde eğitimde ve kültürde sınıfta kalmamızın birçok sebebi vardır elbette. Ama en önemlisi “ mış” gibi yaşamak, nemelazımcılık, adaletin tesis edilememesi, biz yerine ben diyerek bireyselleştirilen hatta tabulaştırılan anlayış. Siyasetin kirli yüzü, sosyal medyanın ekseriyetle cahiller sürüsü tarafından kuşatılması gibi… Bu sebeple tekraren soruyorum. Düşünüyor muyuz?

Yönetici seçimleri, adalet terazisinden çok uzaklarda bir yerlerde kaldı. Liyakat, ehliyet gibi kavramlar değerini yitirdi. “Farklı düşünüyorsun, demek yerine yanlış düşünüyorsun” ifadeleri hayat buldu. Taraflar oluşturuldu. Benden olmayanlar, olanlar… Ve nihayetinde kırılan birçok yürek atıl vaziyette kendi kaderlerine terk edildi. “Öz” o kadar kıymetli bir kavram ki, kaybolunca iş sadece söze kalıyor. Sadece söz… Ve sözle de peynir gemisi yürümüyor.

Her ne yaşanırsa yaşansın, vatanın, devletin, milletin ve bayrağın tekliği ülküsü içinde var olanların yanında yanı başında bizlerde var olmaya devam edeceğiz. Muhtara kızıp merayı biçmeyeceğiz. Bu ülke, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden çok çekti. Dik başlı değil dik duruşların sergilendiği, dünya ülkelerinin gıptayla baktığı, kardeşlik duygularının yoğunlaştığı bir yaşam alanı oluşturmaya çalışıyoruz. Yozlaşan toplumun, kitap kültüründen yoksun, sebep sonuç ilişkisi kuramayan genç neslini ibretle takip ediyoruz. Birbirimizi kandırmaya ne hacet var! Birinin dediği tüm sözlerin doğru olduğuna inanmak olsa olsa en basit tanımıyla cahilliğin dik alası olur. 57 milyon davanın olduğu bu coğrafyada insanların en büyük meselesi düşünceden yoksun iletişimsiz yaşıyor olmasıdır. Eğitim örgütlerine lider seçimi, son derece bozuk çarklar üzerine kurulmuştur. Bir toplumun yok olmasını istiyorsanız iki öneli unsuru gün yüzüne taşımalısınız. Eğitim ve inanç… Milli Eğitim Bakanlığımızın insan kaynağına liderlik edecekler ile Diyanet İşleri Başkanlığımızın liderlik kadrolarına bakmak ve biraz da bu pencereden sorunları irdelemek isabetli bir yaklaşım olabilir. Ancak her şeyden önemlisi vicdanını kaybeden kişi kıblesini kaybetmiştir. Bu sebeple tekrar soruyorum. Ey ahali! Düşünüyor musunuz?

İrfan ERTAV
Yazar

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.