Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, ''Çocuklarımız kendilerini düz yazıyla ifade etme becerilerinden yoksun hâle geldiler çünkü sürekli karşılarına seçenekler sunuyoruz. İşte ilkokullardan başlayıp liseyi bitirinceye kadar hatta lise, üniversite ve sonrasında meslek sınavlarında bile çocuklarımızı testle değerlendiriyoruz. Biz belki ilkokullarda ve bize bağlı okullarda bu test zorlamasından çocuklarımızı kurtarmak istiyoruz, kendilerini rahat ifade edebilsinler, düzgün ifade edebilsinler diye. Eskiden bizim bildiğimiz klasik yazılı mantığıyla sınavların değerlendirilmesini arzu ediyoruz, yani yönetmeliklerimiz de bunun üzerine.
Bütün akademik çalışmalar ikinci dil ya da yabancı dil diyeceğimiz dilin sağlıklı öğrenilebilmesi, eğitiminin sağlıklı verilebilmesi için ana şartın çocuğun ana dil becerilerinin belli yetkinliklerde olması olduğunu gösteriyor. Bakan olarak benim hedefim, çocuklarımıza önce Türkçe öğretelim, sonra da yabancı dil öğretelim.
12 yıllık zorunlu eğitim var, biz Bakanlık olarak zorunlu eğitimi hayata geçirmekle mükellefiz. Açık lise yapıları aslında yaygın eğitimin bir aracı olarak var. Yani bir şekilde 12 yıllık zorunlu eğitimi tamamlayamamış, tamamlamamış kişilerin, yaşı ileride kişilerin devam ettiği, ortaöğretim diploması aldığı bir mekanizma olması lazım. Şimdilerde açık liselere geçiş ortaöğretim öğrencileri arasında bir moda hâlini almış durumda. Hem daha rahat sınıf geçiyorlar orada hem de işte bu vesileyle merdiven altı kurslara ve benzeri yerlere giderek üniversiteye hazırlandıklarını varsayıyorlar.
Eğitim öğretim sürecinin motivasyonu açısından, ilgi alakalarının dağılması açısından, dijital bağımlılıkla mücadele açısından cep telefonlarıyla çocuklarımızın fazla haşır neşir olmasından hepimiz rahatsızız.
Zamanın koşullarında öğrencisiniz, bir sürü şeyi protesto ediyorsunuz, başörtüsü yasakları, YÖK ve benzeri, işte okuldaki uygulamalar... Şimdi bu arkadaşlar kantinde oturuyorsunuz, olumsuzlukları bize anlatıyorlar. Sonra bakıyoruz eyleme gidiyoruz, hiçbiri yok yanımızda. Biz onları o zaman tanımlarken, 'Siz Türkiye'deki İslami mücadeleyi söylüyorsunuz ama o zamanki söylemle siz Amerikancı bir İslam oluşturmaya çalışıyorsunuz. Yani Türkiye'yi bir anlamda orada sömürgeleştirecek bir yaklaşım içerisindesiniz.' diyerek biz zaten bu gruplarla o tarihlerden itibaren sürekli kendi içimizde bir savaş hâlindeydik, birbirimizi sevmezdik.
Mesela hatırlayın, Fethullah Gülen 28 Şubat ortamındaki yayında, yani katsayı engeli getirilerek imam hatip ortaokullarının kapatıldığı bir dönemde televizyona çıktı ve şu ifadeyi kullandı: 'Biz ihtiyaç duyulursa okullarımızı iradenin emrine verebiliriz.' Bu yeni değil, sonra biraz araştırdığınızda aslında benzeri söylemleri 12 Eylül'de de kullanmış, yani 12 Eylül darbesinden sonra da darbe yapanların hareketlerinin meşru olduğuna dair kendi yayınlarında beyanatlar var, onları da ben hani bir akademik makalede değerlendirmiştim. Yani haklı buluyor 12 Eylül darbesini yapanları, 28 Şubat darbesini yapanları haklı buluyor. Şimdi bütün bunlar bize biraz yapıyla ilgili aslında bilgi veriyordu. 28 Şubat'la beraber bu yapı birdenbire böyle geometrik bir orantıyla büyüdüler, yıllar boyunca da devam etti. Aslında imam hatip ortaokulları ve meslek liseleriyle ilgili alınan katsayı ile ilgili kararların arkasında da benim kişisel düşüncem, işte 'Çocuğum dinî değerlerini öğrensin.' diyen Anadolu insanının çocuklarının imam hatiplere gitmeyeceğine göre artık kendi okullarına gitmesi için, yani kendi pastasını ve pastadan aldıkları payı artırmak için bence organize bir yapı olduğuna inanıyorum. Ya ben 28 Şubat iradesi içinde olduğunu iddia ediyorum Fethullahçıların o zamanın koşullarında çünkü 28 Şubat'ta ne bir okulları kapatıldı, ne de bir mensubu, müntesibi bulunduğu pozisyonda mağdur edildi.
Zaten biz göreve getirirken de yapıyla ve Türkiye'deki eğitim sistemiyle ilgili ki benim başından beri söylediğim şey şu: Dershaneler, bütün bu FETÖ-METÖ mevzusunu bir tarafa bırakalım, o zamanın koşullarındaki dershaneler eğitim sistemi üzerinde bir vesayet mekanizmasıydı. Yani devlet milyonlarca lira kaynak ayırarak okullar yapıyor, öğretmenler istihdam ediyor, kitaplar dağıtıyor ama devletin yaptığı, öğretmenimizin emeği, 12 yıl boyunca yetiştirdiği çocuğun emeği son 3 ay bir dershaneye gidiyor çocuk, dershane o çocuğa üniversiteyi kazandırmış oluyor ama geri 12 yıllık emek heba edilip gidiyor. Bunlara gerçekten çok üzülüyordum ve siyasetteki karşılığında da bunu vesayet olarak tanımlıyordum, yani bu politikanın üzerinde, uygulanmaya çalışan politikanın üzerinde bir vesayettir bu diye yaklaşıyordum ve çok değişik ortamlarda da bunu dile getirmiştim ben. 2013 Haziran ayında dershanelerin dönüştürülmesi, yani benim yaklaştığım nokta o zamanki dershanelerin eğitim öğretim süreci üzerinde bir vesayet mekanizması olduğu ve okullarda uygulanan politikanın sağlıklı hâle getirilmesi, öğretmenlerimizin emeklerinin karşılığının kamuoyu tarafından takdir edilmesi için dershanelerle ilgili bir karar alınması gerektiğini düşünüyorduk ve biz Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla o zaman dershanelerin dönüşümüyle ilgili bir süreç başlattık, bir yasalaşma süreci... Bakan Nabi Hoca'mız Bakanımızdı, Bakan Bey'le birlikte biz bir çalışma yürüttük ve belli aralıklarla da çalışmamızı Sayın Cumhurbaşkanımıza sunuyorduk.
İnsanları tehditlerle ve algı operasyonlarıyla yıldırmaya çalışan bir yapıyla karşı karşıyaydık. 17-25'i ve bence 15 Temmuz'u da planlayarak kendilerince oluşturdukları doneleri ne zaman ve nasıl yayınlayacaklarını, paylaşacaklarını planlayarak yürüttükleri bir süreç. Yaşadıklarımız nihayetinde bu ülkenin demokrasi tarihinde bir şekilde dikkate alınması, değerlendirilmesi gereken şeyler.
Yeniden bu türden saldırılarla, bu türden ihanetlerle karşı karşıya kalınmaması için orada yaşadıklarımızın mutlaka bütün açıklığıyla bilinmesi gerekiyor, aksi durumda doğru tedbirleri doğru zamanda ve doğru biçimde alamayız.'' dedi.