İnsanın yetenekleri doğanın kaynakları gibidir ve genellikle çok derinlerde gömülüdür. Bu hasletlerin gün yüzüne çıkarılması; emek ister, zaman ister, sabır ister, istikrar ve kararlılık ister. Ayrıca uygun ortamların oluşturulmanı ister. Bunun yolu ağırlıklı olarak eğitimden geçer. Burada gözden kaçırılmaması gereken en önemli unsur ise eğitim tek başına bir bileşen değildir. Güçlü paydaşları vardır. Bir bütün içinde düşünüldüğünde anne ve baba, öğretmenler ve okul liderleri ile akran ve arkadaş gurubu en önemli paydaşlardır. Sadece okul ortamlarında öğretmenlerin ve eğitim liderlerinin insanlarda karakter inşa etmesi mümkün olmadığı gibi tek başına anne ve babaların da bunu yapmaları mümkün değildir. O halde gelecek neslin inşasında mevcut elimizin altındaki çocuklardan neler bekliyoruz? Onların bulundukları yaş aralıklarında hangi ön kabullerimiz var? Biz onlara neyi öğretmek ve bunu neden, nasıl yapmak istiyoruz? En önemlisi de amacımız nedir? Özelinde ülkemizden dem vurmak istersek 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun genel amaçları çerçeveyi çizmiş zaten. Bu bağlamda öğretimin yanında duran eğitim faaliyetlerinin nitelikle bağ kurması gerekiyor. Ülkemiz insanının; inanış, örf adet, gelenek ve görenekleri eğitimin niteliğini belirlemede önemli unsurlar. Hal böyle olunca da evrensel bilim realitelerini, geleneksel hazırbulunuşluk düzeyiyle yoğurup, özelinde ülkemiz çocuklarına ve gençlerine hizmet etmek durumundayız. Peki, bu işi kim üstlenecek? Lider kim olacak? Hangi takımla bu işi nihai amaçlara hizmet eder hale getirecek? Öğretmen neresinde, öğrenci, veli, eğitim liderleri, politikacılar, akademisyenler bu işin neresinde duracak?

Bütün bu sorulara karşılık gelecek cevaplarımız hepinizin heybesinde az çok var. Lakin her birimizin yol haritası ve eğitime yaklaşım kodları farklı. Bir bütünü oluşturmak, inşa etmek kolay iş değil. “Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen, İki kazma kürek, iki de ırgat gerek. Ancak, hadi gel yapalım şunu geri desen, Bir Sinan, bir de Süleyman gerek.”. Mehmet Akif’in dediği gibi yıkmanın çok kolay olduğu ülkemizde yapmak her zaman zor yolu tercih etmektir. Milli Eğitim Bakanlığımızın en tepesindeki yöneticisinden taşradaki en alt kademedeki görevlisinin birlikte inandığı bir yürüyüş yolu olmalıdır. Ve bu liderliği üstlenen yolu kolay kılacak bireylerin önce güvenilir olması şartı vardır. Devletin bekası, geleceğin karakterli bireylerle inşası için önce bu yola baş koymuş her bir neferin güvenilir olması kaçınılmazdır. Söylediğini eyleme dönüştüren bunu davranışlarıyla her platformda gösteren “emin” sıfatının hakkını veren bu grup amacı araçtan ayırmış demektir.

Amaç mı araç mı? Bakıyorsunuz, bakanlık bir değişikliğe gitmiş. Ve bunun merkez, taşra teşkilatında uygulanmasını sağlamak adına bir sürü eylem geliştiriyor. En basit ve güncel haliyle Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli çok güzel bir örnek olacaktır. Bakanlık yetkilileri bu programın yaklaşık on bir yıldır hazırlıklarının yapıldığı, programın bir aylık oldubittiye getirilmediği savı ile çıktı karşımıza. Fakat taşrada karşılık bulmadı, büyük bir dirençle karşılaştı. Sebebi neydi? Yetkililerin önceki söylemleri ve eylemleri idi. Nihai amaç “muasır medeniyetler ötesinde adalet, liyakat, ehliyet ve hukukun üstünlüğü ilkesiyle bir yaşam becerisi ” elde etmiş toplum inşasıydı. Araç; ise tüm eğitim materyalleri, bireylerin istek ve kabiliyetleri, performanslarıydı. Amaca ulaşmak için araç önemliydi. Ama amacın yerini araç alınca işin adaleti, liyakati, hukukun üstünlüğü ilkesi toz bulutu olup uçtu. Bakanlığın yaptığı program güzel olsa bile (ki gerçekten güzel yanları var) tepkiyle karşılandı. Süreci doğru yönetemeyen, zaman planlamasını eksik bırakan üst yönetim taşrada inandırıcı bulunmadı. Üst düzey yapılan atamalar, taşradaki il/ilçe/ve bazı okul kurum liderlerinin seçimi söylemle eylemin kuzey ile güney gibi birbirinden uzaklaştığını gördü, yaşadı. Hal böyle olunca da yapılan tüm işlerin kişileri korumak üzerine asıl amaçlardan uzaklaştığını gördü ve samimi bulmadı.

Değerler eğitiminin merkezine geçen en önemli kavram “kâmil insan” soyut kaldı. Kim ki bunları üst perdeden dillendirdi maalesef eylemleri ile örtüşmedi. Ve “ Asım’ın nesli mi, Nazım’ın nesli mi?” sorularını ister istemez akıllara getirdi. Oysa hem Asım’ın hem de Nazım’ın öngördüğü nesil lazımdı bu ülkeye. “Olmaz canım bu inancın temsilcileri bunu yapmaz, yapamaz” dediğimiz her türlü eylemin sahnede sergilendiğini içimiz acıyarak izlemeye koyulduk. Başladığımız noktada güçlüydük, inançlıydık ama koptuk, tüm amaçlardan uzaklaştık, araçlara yenik düştü benliği birçok insanın. Çıkarına yenildi, hâsılı kaybettik bir nesli. Ve bir avuç inanmış insanın sırtına kaldı bu ağır yük. Onları da üst akıl insan yerine koymadı. Bir neslin inşası kaç yıl alır ki? Yıkılan bir Selimiye’nin yeniden inşası ne kadar zaman alır ki?

Kim haklı kim haksız? Soru bu olunca taraflaşıyor, kutuplaşıyor, uzaklaşıyor insan insandan. Eğitimin doruk noktasını üniversiteye girmek olarak belirleyen, okulun duvarlarına kazanan öğrencilerin çarşaf çarşaf isim litselerini, yetmedi fotoğraflarını  asan eğitim liderlerinin, okullardan sürekli istatistik isteyen ilçelerin ve illerin ve nihayetinde bunu bakanlığımızın genel müdürlüklerine, Bakan beye taşıyan üst yöneticilerin asıl amaçlarının aslında nasılda birer araca dönüştüğünün ibretlik vesikası gibi duruyor ömrünüzde/önümüzde.

Amacımızı yeniden hatırlamak zorundayız. Revize edebiliriz, güncelleyebiliriz, format atabiliriz ama amaçları araca yem edemeyiz.

Siz!, Biz!

  • Bu ülkede bir işi ne kadar insanın yaptığından ziyade ne kadar çok yeteneğin olduğunu keşfetmek zorundasınız/zorundayız.

  • Kendini azat edemeyen insanların tutsak olduğunu görmek ve her bireyi biricik kabul etmek zorundasınız/zorundayız.

  • Geçmişin fikirleriyle bugünün ve yarının problemlerini çözemeyeceğini bilmek zorundasınız/zorundayız.

  • Maneviyat ve mukaddesat değerleri yaşamadan başkalarının yaşamasını bekleyemezsiniz/bekleyemeyiz.

  • Üç yaşındaki bir çocuk artık günümüzde altı yaşındaki bir çocuğun yarısı değildir. Daha fazlasıdır.

  • Eğitim sistemleri maalesef çocukların ruhlarını beslemiyor. Çok güzel programlar yapıyoruz madde ve manayı da kanat olarak yüklemeye çalışıyoruz çocuklarımıza ama siz! Biz! Eylemlerinizle buna destek vermiyorsunuz ya da hep birlikte bizler de dâhil veremiyoruz.

  • İnsanın gelişimi mekanik bir süreç olarak değerlendirilemez. Ruh ve beden bütünselliği bir arada yürütülmelidir. Bunun için iyi eğitimcilere ihtiyaç vardır. Alanın uzmanlarına ihtiyaç vardır.

  • Nasreddin Hoca’nın dediği gibi “ bana damdan düşeni getirin” sözünün sahiplerine ihtiyaç vardır. Aynı bam teline dokunan, aynı havayı koklamış, sınıfı, öğretmenler odasını, okulun idaresini bilen insanların üst yönetimleri işgal etmesi elzemdir. Yoksa tek kürekle sandalı yüzdürmeye devam edeceğiz, demektir.

  • Bugün en büyük korkum, eğitim sisteminde yapılacak hatalardır. Ama doğru ve isabetli insanların elinde hatalar gül bahçesine dönecektir. Bu sebeple eğitimi eğitimcilerin eline bırakın lütfen. Politikacıların en büyük sorumluluğu da budur. Alanın uzmanını alana dâhil etmek. Bal üreticisine pekmez, fındık üreticisine çay işi yaptırılamaz!

Saygılarımla

İrfan ERTAV Yazar

İnstagram: @yazar.irfan_ertav

Facebook: Uzman Muallim   

G-mail:[email protected]

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.