Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, ''Önümüzdeki günlerde yeniden Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek olan Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi'nin aslında özü de tam bu bahsettiğim iş birliklerinde gizli. İş birliğini daha kurumsal hâle getirecek, öğretmen arkadaşlarımızın, okullarımızın şehirlerindeki üniversitelerle ve akademisyenlerle daha sıkı bir ilişki içine girmesini kurumsallaştıracak, meşru hâle getirecek bir yasa teklifi bu... Yasayla beraber "Millî Eğitim Akademisi" kurumsallaştığında öğretmen arkadaşlarımızla üniversiteler, üniversitelerin eğitim fakülteleri daha entegre bir çalışma içine girecekler. Sadece lisans mezunu yetiştirip mesleğe başlattıktan sonra ilişiğini kesen, ondan sonra üniversiteyle hiçbir ilişkisi olmayan öğretmen arkadaşlarımız değil, başladıktan sonra da gerek mezun olduğu üniversite gerekse hizmet yaptığı ildeki üniversiteyle iş birliğine giren bir öğretmen profili arzuluyoruz. Yalnız burada bir şeyi de sizlerle paylaşmak istiyor ve sektörlerimizden de şunu rica ediyorum: Meslekte yirmi otuz yıl sürekli uygulamanın içinde olmuş öğretmen arkadaşlarımızın da üniversitelerde lisans düzeyinde derslere devam etmesini, ders vermesini, öğretmen adayı arkadaşlarımıza tecrübelerini aktarmalarının uygun olacağını düşünüyorum. O yüzden bu iş birliğini karşılıklı hâle getirirsek daha sağlıklı olur diye düşünüyorum.
Bir baba veya anne olarak 'İşten eve yorgun geliyorum.' diyerek anne baba rolünü de öğretmene yüklüyoruz. Ağabeyi, kardeşi ya yok, varsa da o da sınava hazırlanıyor. Öğretmenimizden çocuklarımıza ağabey veya kardeş de olmasını istiyoruz. Aklınıza gelebilecek her türlü toplumsal rolü öğretmene yükleyip ondan sonra da kenardan seyredip 'Eğitim sistemimiz, okullarımız, öğretmenlerimiz başarısız.' eleştirisini yapmaktan çok hoşlanıyoruz. Millî Eğitim Bakanlığı olarak eğitim öğretim süreçlerinde öğretmenlerimiz kadar toplumun diğer kesimlerinin de başarımızda ya da başarısızlığımızda payı var. Dünyada, Türkiye'de çok sayıda araştırmada öğretmeni ve okulu çocuklarımızın başarısıyla ilgili payını yüzde 50'nin üstüne çıkaran araştırma görmedim. Geriye kalan yüzde 50 çocuğumuzun hayatının büyük çoğunluğunu geçirdiği toplumsal yaşamın diğer alanlarında gizli.
Bu yıl aileleri de işin içine katacak bir dizi etkinliği hayata geçiriyoruz ve diyoruz ki mesela çocuklarımızın okuma alışkanlıklarının zayıf olduğunu düşünüyorsak gelin hep beraber evimizde çocuklarımıza örnek olalım, öğretmenlerimizin işini kolaylaştıralım. Çocuklarımızla akşamları kitap okuma saatleri yapalım. 'Çocuklarımız kafasını cep telefonundan, bilgisayardan ya da televizyondan almıyor.' diyorsanız çocuklarımız eve geldiğinde dijital bağımlılık örneği olarak kabul edilecek davranışlar içine girmeyelim. Çocuklarımızla beraber biz de dijital bağımlılıklarımızdan kurtulalım.
Lübnan'da İsrail'in yaşattığı siber saldırılar neticesinde inanıyorum ki birçok insan cep telefonlarıyla arasında güven ilişkisi geliştirecekler ve psikolojik olarak bundan etkilenecekler. Herkes artık cep telefonlarına kuşku ile bakacak. Bu ve benzeri, ilerleyen dönemlerde farklı toplumsal ilişkilerimizden kaynaklanan manevi ve duygusal kaos iklimi yaşayacağımızı tahmin ediyorum ve bunun insanlık için ciddi bir felakete sebep olacağını tahmin ediyorum. O yüzden bu tür kaos ortamıyla mücadele etmek için maneviyatı da güçlü bireyler yetiştirmek gerektiğine inanıyorum. Psikolojik olarak iyi desteklenmiş, manevi olarak iyi yetişmiş bireylerin önümüzdeki dönemde dünyada yaşanacak kaoslardan daha az etkileneceğine inanıyorum.
Nihayetinde motto olarak 'iyi insan' bizim hedefimiz. İyi insandan kastım sağlıklı çevre, sağlıklı beden, sağlıklı ruh üçlemesinde iyi eğitim almış bireylerden bahsediyoruz. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nin özünde bu var.
28 Şubat sürecinde imam hatip lisesinde çalışırken görevli olduğu pansiyondaki öğrencileri sabah namazına kaldırdığı için irticacı olduğu gerekçesiyle ilişiği kesilen öğretmenler oldu. Bu nedenle Sayın Cumhurbaşkanımıza ve Türkiye'yi dinî inanç ve ibadet özgürlüğü anlamında dünya standartlarında bir ülke yapmaya çalışan emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür ediyorum. İmam hatip lisesi mezunu olmak bir problemdi. 2006 yılında doçentlik mülakatına girdiğimde Boğaziçi Üniversitesi'nde jüri üyelerinin, 'Sen imam hatip mezunusun.' diyerek söyledikleri şeyler hâlâ kulaklarımda çınlıyor. İmam hatibe giden çocuklarımızın yaşadıkları bir katsayı zulmünü bu ülke gördü. Bugün -çok şükür- evrensel laiklik anlayışıyla bağdaşır, dinî inanç ve ibadet hürriyetlerinin bütün vatandaşlar için özgürce sağlandığı bir Türkiye var. Türkiye'deki azınlık okullarımızda devam eden azınlık vatandaşlarımızın çocukları LGS sınavlarında kendi dinlerinden sorularla imtihan oluyorlar. Bunlar çok önemli hususlar.
Diğer alanlardaki eğitim öğretim metodolojisi nasıl değişiyorsa dinî eğitim alanında da metodolojinin değiştiğini veya değişmesi gerektiğini görmek durumundayız.
İlahiyat fakültelerinin bu anlamda bölümleşmesi, uzmanlaşması ve dolayısıyla bizim istihdam ettiğimiz öğretmen arkadaşlarımızın da spesifik derslerde uzman olup o derslerde, örnek olsun diye söyleyeyim, Kur'an-ı Kerim, tefsir bir grup, İslam düşüncesi, İslam felsefesi bir başka grup olabilir. Bu alanlarda uzmanlaşıp bu alanların pedagojik formasyon açısından uzmanı olan, bu alanlarda metodoloji bilgisi olan adaylar olarak yetişmesi gerektiğine inanıyorum. Aynı şekilde yaş grupları itibarıyla da ilkokullarda bu dersi veren kişiyle imam hatip liselerinin son sınıfına ders veren kişinin aynı eğitimden geçmesi biraz içerisinde yaşadığımız uzmanlaşma çağında bir sorunmuş gibi görünüyor. Bu ve benzeri problemlerin tartışılacağı güzel bir çalıştay olmasını temenni ediyorum.'' dedi.