Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, "Yapılanlar yeterli mi? Değil tabii ki ama yapılanları da görmek gerekiyor. Bir örnek olsun diye bir projeden bahsetmek istiyorum. 2002 yılında dönemin Başbakanlığı, 'Cumhuriyetin 100. Yılına Mektuplar' başlığıyla bir proje başlatıyor. Diyor ki 'Toplumun her kesiminden yazmak isteyen herkes, 100. yıla, yani 29 Ekim 2023 tarihine mektuplar yazsın.' Projenin koordinatörü de PTT. Hasbelkader, Allah nasip etti. Cumhuriyetin 100. yılında Millî Eğitim Bakanı olarak o tarihte yazılmış mektupları, PTT bize ulaştırdı. O mektupları okuduğumda, o mektuplarda yazılanları gördüğümde, gerçekten Türkiye'nin eğitim öğretimde 22 yıllık periyot içinde geldiği noktayı yeterince anlatamadığımızı gördüm.
Şunlardan bahsediyorlar: Mesela bir öğretmenimiz diyor ki 'Acaba bir gün 40 kişilik bir sınıfta ders anlatabilecek miyim?' Devamında diyor ki '74-76 kişilik sınıfta öğretmenlik yapıyorum.
Yani şu an yaptığımız okul binaları depreme dayanıklılık açısından sorunsuz. Mektuplardan birinde bir öğretmenimiz diyor ki 'Acaba bir gün, içinde çocuklarımızın elini yüzünü yıkayabileceği, ihtiyaçlarını giderebileceği bir tuvaletin olduğu bir okulumuz olacak mı?' Bunu dediği tarih, 2002. Bu mektubun yazıldığı tarih. Bir başka öğretmenimiz diyor ki 'Bir gün koridorlarında farelerin cirit atmadığı bir okulda öğretmenlik yapabilir miyim?' Şu an yapılan dersliklerimizin, sayı olarak belli bir noktaya getirdiğimiz dersliklerin fiziki kapasite anlamında, fiziki nitelik açısından da gerçekten dünya standartlarında okullarımız var. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı resmiîolarak 60 binin üzerinde okulumuz var. Bu okullarımızın neredeyse tamamı ya fiber optik ya da en kötü, GSM operatörleri üzerinden internet erişimine açık durumda. Yani okullarımızda öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz internete erişebiliyorlar.
Fiziki altyapıyla ilgili çok ciddi atılımlar yaptık. Yaklaşık 1 milyon 130 bin civarında öğretmenimiz var. Resmî okullarımızdaki öğretmenleri söylüyorum. Bu öğretmenlerimizin yaklaşık 800 bini, 2002 yılından sonra 2003 yılından itibaren atanmış öğretmenlerimiz. Bunu şunun için söylüyorum. Eğitimin niteliğiyle ilgili önemli göstergelerden biri de okullarda öğretmen başına düşen öğrenci istatistikleri. Burada da şu anda ortaöğretim kurumlarında 15-16 bandına kadar düşmüş durumda. Bu da uluslararası göstergeler açısından çok önemli bir gösterge. Yani öğretmen başına düşen öğrenci sayısını da uluslararası göstergelerin seviyesine getirmiş durumdayız.
İki hususu büyük oranda içeren bir değişiklik yaptık geçtiğimiz mayıs ayında. Eğitim öğretim sürecinin mantığını, bilgiyi edinmek değil; edinilen bilgiyi beceriye dönüştürmek üzere kurgulanan çağdaş eğitim anlayışıyla bağdaşır bir hâle getirdik. Müfredatımızı buna göre revize ettik. Bu anlamda çok önemli bir adım. Yine aynı raporların içinde eleştirilen konulardan biri, yoğun bilgi yükü... Bunu da müfredatımızı ortalama yüzde 35 sadeleştirerek çocuklarımızın üzerinden aşırı bilgi verme mantığıyla kurgulanan eğitim yükünü kaldırmış olduk.
Bizler gibi ilkokulda, ortaokulda, lisede bilgiye erişme konusunda sıkıntı yaşayanlar, il halk kütüphanesinin önünde kuyruk olurdu. Bu dönemde bilgiye erişme konusunda yaşanan sıkıntılar sebebiyle çocuklarımızın bu bilgileri müfredatta, yani bizim programlarımızdan, kitaplarımızdan alması doğal bir mantıktı ama şimdi geldiğimiz noktada çocuklarımız ellerindeki akıllı cihazlarla istedikleri her türlü bilgiye hızlıca ulaşma imkânına sahip... Hâlâ aynı mantıkla devam edersek o da sistemi de yorar, öğrenciyi de yorar, öğretmenimizi de yorar... Aynı şekilde bu bilgiyi verme konusunda öğretmenimiz sıkıntı yaşadığı için öğretmenimizin itibarı sıkıntıya girer, eğitim sisteminin itibarı sıkıntıya girer.
Yine bu yükü taşıyoruz. Niye bundan vazgeçmiyoruz? Yaptığımız şey, bu... Müfredatımızı sadeleştirdik. Sadeleştirmeyle ilgili de yanlış bir algı var. Biz müfredattan herhangi bir konuyu çıkartırken, çıkardığımız şeyi bilimsel olmadığı ya da bilimselliğini tartıştığımız için çıkarmıyoruz. Biz sadece ve sadece şunun için çıkarıyoruz: Çocuklarımızın artık yüksek eğitime, yükseköğretime erişiminin bu kadar rahat olduğu bir dönemde, bazı bilgi ve kazanımların ilerleyen eğitim kademelerinde verilmesinin daha pedagojik olduğunu düşündüğümüz için buradan çıkarıyoruz. Çocuğumuzun yükseköğretim tercihine göre gittiği lisans ya da ön lisans programlarında o eksiklerini orada alsınlar diye düşünerek çıkardık.
Buradan hareketle vatanseverlikten merhamete kadar birçok konuyu müfredatımızın içinde çocuklarımızın kazanmasını istedik ki millet olarak bir arada yaşama kararlılığımız, azmimiz devam etsin. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile bambaşka bir yapı, bambaşka bir müfredat süreci devreye girmiş oldu.
60 bin civarındaki okulumuzdaki her bir idarecimiz, her bir öğretmenimizin yarattığı farklılıkları görebileceğimiz bir mekân ortaya çıksın istemiştik. Bundan hareketle de proje okullar kurmaya başlamıştık." dedi.