Disiplinlerarası yaklaşımı; bir konunun, kavramın, problemin ya da tecrübenin incelenmesi ve analiz edilmesi için birden fazla disiplinin yöntem ve bilgisini bilinçli bir biçimde işe koşma eylemi olarak ifade edilebiliriz. Disiplinlerarası bir eğitim sayesinde eğitim öğretim süreci, hem belirli disiplinlere ait bilgi ve becerilerin öğrenilmesine hem de bunların anlamlı bir biçimde bir araya getirilmesine olanak sağlar. Bu yolla öğrenciler, öğrenme deneyimini daha da derinleştirir ve öğrendiği bu bilgiyi başka bir disiplin alanına transfer eder. Hayatın gerçeklerine ve toplumun normlarına daha hızlı uyum sağlar. Bilinçli bir yaşam, kaliteli bir hayatın kapılarını aralamasına katkı sunar.  

Disiplinlerarası eğitim bireyde; 

* Yaratıcı düşünce, yeni fikirler bulma, disiplinlerarası düşünme becerilerini geliştirir.

* Girişimcilik ruhunu olumlu yönde tetikler.

* İş birliği ve kolektif çalışmayı güçlendirir.

* Bireyi hayatı yaşayarak deneyimlediği için öğrenme konusunda keyifli bir yolculuk yapmasına katkı sunar, onu motive eder.

* Farklı ve farkındalıklı bakış açıları geliştirir.

* Fikirleri sentezleyebilir ve alternatif yollarını düşünmeye başlar.

Bireyde yukarıdaki izahı yapılan güzel işlemlerin hayat bulması için eğitim paydaşlarının tutum ve davranışları da o kadar önemlidir. Eğitimin vazgeçilmezi olan bu paydaşların özgür alanlarında, Milli Eğitim Temel Kanununda belirtilen genel ve özel amaçlara hizmet etme çabaları birlikte icra edilmelidir. Birbirinden kopuk çalışmalar akışı bozacağı gibi hedefe varma noktasında da çok büyük zaman kaybına sebep olur. Gelin şimdi bu eğitim paydaşlarımızı görelim.

Eğitim paydaşları deyince aklımıza gelenler: Öğretmenler, Öğrenciler, Okul Yönetimi. Veliler ve üst yöneticiler. Peki, eğitimde disiplinlerarası yaklaşım bu kadar önemliyken, eğitimin paydaşları ne haldeler buna bir bakalım.

Okul Yöneticileri ile başlayalım: Milli Eğitim Bakanlığı gibi devasa büyüklükte bir kurumun paydaşı olarak kendilerine çok önemli roller biçilmiş. Sorumluluklar yüklenmiş, tonlarca iş yükü omuzlarına düşmüş, hemen hemen sıfır yetkiyle donatılmış, eğitim sandalına oturtulmuş, ya da oturmuş ama tek kürek eline verilmiş Manş Denizi’ni geçmesi istenen bir yönetici. Okula/kuruma görevlendirilme biçimini, yönetici seçimi sürecini konuşmaya gerek bile duymuyorum. Ataması bile yapılmayan, okula aidiyet beslemesin diye adına görevlendirme denilen müdürler olundu. Devlet Memurları Kanunu, memura ikinci görev verilmez derken “ görevlendirme müdür ”anlayışı ile öğretmene ikinci görev verildi. Eğitim Lideri rolünü oynayacağı bir alanda bırakılmadı. Çoğu zaman toplantılara dolgu malzemesi yapıldı, en ufak bir eylem sonucunda görevden alınacağına dair beyanatlarla köşeye sıkıştırıldı, üst yöneticileri tarafından mobinge tabi tutuldu. Yetmedi bu kardeşlerimizin elini ayağını bağladılar ve okulunda kurum kültürü oluşturmasını istediler. Askerde cepheden cepheye koşan Mehmetçik gibi okullarında projeden projeye, toplantıdan toplantıya, kapı kolundan pencere kırıklarına, akıtan ıslak zeminlerden fosseptik çukuruna kadar her işe koşması yetişmesi istendi. Eğitimin paydaşları içinde yer alan özellikle ayarı kaçmış, sınır tanımayan, haddini bilmeyen velilerle boğuşması, onların gönüllerini taze, diri ve mutmain tutması istendi. Yetti mi hayır tabi ki… Okulun çevresinde bulunan ne kadar tehdit unsuru varsa onları zararsız hale dönüştürmesi beklendi. Eğitimle uzaktan yakından ilgisi, bağı olmayan ne kadar sıfatlı boş birey varsa onları da kırmadan, dökmeden canımla cicimle gönüllerini hoş tutması beklendi. Meslek örgütlerinin marifetleriyle ayrışan öğretmen kaynağını, okulun hedefleri doğrultusunda bir araya getirmeye birlikte yol yürümeye çalıştı, çalışıyor. Bu ciddi anlamda olayı içselleştiren, yarınlara yönelik aydınlık Türkiye umudunu diri tutan gerçek eğitim liderleri için sorundu. Yoksa masasının üzerinde Devlet-i Alinin dışında farklı etiketler bulunduran ve bununla övünen yöneticiler için yukarıdaki anlatı bir angarya değildi zaten. Biz yine de “Hüsnü Zan” yaparak ifade edelim. Biliyorum ki bütün enerjisini güzel işlere harcamak adına çıkılan eğitim liderliği yolunda birçok kardeşimiz sadece müdür/yönetici olarak kalabildi. Ve nihayetinde tüm özel çabaları ile kurumunu/okulunu bir yere taşıyan, farkındalık yaşatan, vizyon çizen eğitim liderlerine finalde, “ sen bizim işimize yaramazsın” deyip başladığı yerden daha geriye bıraktı mevcut sistem ve sistemin temsilcileri… Hal böyle olunca da eğitimde disiplinlerarası yaklaşımın temsilcisi olamıyor eğitim liderleri. Binlerce, ülkesine adanan ömürler, koltuğuna atanan bireylerin elinde heba oluyor. Kesinlikle atanmış değil adanmış liderlere ihtiyaç vardır. Ve bu görevlendirme okul müdürü mevzuatı ile olacak bir iş değildir. Statüsü olan, kanunla belirlenmiş ve koruma altına alınmış, kadrolu eğitim liderlerine yol verilmelidir. Aydınlık yarınlarımız için ülkenin müreffeh nesli için bu elzem bir durumdur, hayata geçirilmelidir.

Öğretmen meslektaşlarımıza gelince, onların da okul eğitim liderlerinden pek farkları yok aslında. Milli Eğitim Temel Kanunu 43. Maddede “ Öğretmenlik Mesleği; devletin eğitim öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği”, olarak tanımlanır. Bu kanunda maalesef baypas edilmiş durumdadır. Zira öncelikle unutulmamalıdır ki, tarlaya ne ekerseniz onu biçersiniz. Öğretmenlerin yetiştirilme biçimi, yetişme havzaları yeniden güncellenmelidir. Geçmiş dönemin “Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, Anadolu Öğretmen Liseleri” yeniden ivedilikle açılmalıdır. Temelden itibaren öğretmenlik sevdasıyla bir nesil yetiştirilmelidir ki, 21.yüzyılın sağlam yeni nesli de yetişebilsin. Her alandan insan kaynağının durağı olmamalıdır öğretmenlik mesleği. Kanunla özel alan mesleği olarak tensip buyrulan bu alanın temelini güçlendirmek kaçınılmazdır artık. Aynı işleri tekrar ederek farklı sonuçlar elde etmeyi bekliyoruz bu çok hazin bir süreç. Siyasi yelpazenin çemberinde savrulan eğitim faaliyetleri bir an önce kendi özgür mecrasına taşınmalıdır. Öğretmenlerimizin sırtındaki başta çöplüğe dönen proje baskısı kaldırılmalı, Haziran ve Eylül seminerleri yeniden revize edilmelidir. Toplum olarak teması, dokunmayı, göz göze gelmeyi hâsılı iki tarafında eylemde olduğu işleri seviyoruz. Elbette dijital alanda ÖBA başta olmak üzere öğretmenlerimizin kişisel ve mesleki gelişimine katkı sunacağız. Ama aslolan oyunla; dramayla ve diğer tüm eğlenceli etkinliklerle öğretmenlerimizin kendilerine format atma alanları oluşturulmalıdır. Öğretmenlerin atama, yer değiştirme usul esasları tamamen adalet zeminine oturtulmalı, hukuksuzluğa bu alanda yer verilmemelidir. Öğretmenlerimiz velilerin emir eri değildir. Çocuk bakıcısı hiç değildir. Şımarık, saygısız öğrencilerin, kibirli, iletişim yoksunu idarecilerin şamar oğlanı da değildir. Bir an önce öğretmenin merkeze alındığı, değerinin tescillendiği, hakkının iade edildiği bir eğitim sistemine geçilmek zorundadır. Zira siyasetçiler ve liderleri, yöneticiler ve eklentileri, müdürler ve avaresi beşerdir, ölümlüdür. Ama baki kalacak olan Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşamaktan onur duyan asil Anadolu halkıdır. Eğitimin diğer paydaşları; veliler, öğrenciler ve üst yöneticiler ile ilgili kısmı bir sonraki yazımızda kaleme alacağım inşallah.

Sonuç olarak gerçek manada eğitimin bir disiplinlerarası işbirliği gerektirdiğinin farkında olan paydaşlar asla unutmamalıdırlar ki, yakın zamanda dünya bize ait olmaktan öte bir görünüme bürünecektir. Biz biliyoruz ki, 2000 yılından önce doğanlar bu dünyada misafirdir. Teknolojinin içine doğan iki bin yılından sonraki çocuklarımız bu dünyaya yeniden ayar verecektir. Dünya onlarındır. Tek sıkıntıları tecrübesiz, iletişim kapasiteleri düşük, öz kültürden uzak durmalarıdır. İnsanın kendini bir başka insanın yüreğinde bulduğundan haberdar olmalarını sağlamak zorundayız. Teknoloji ile gerçek yaşamın entegre edilmesi gerekiyor. Bize düşen rehberlik yapmak, alanı başıboş bırakmamaktadır.

Disiplinlerarası yaklaşım artık eğitimin tüm paydaşları tarafından bu çağın vazgeçilmezi olacaktır. Yakın zamanda aşağıda ifade etmeye çalıştığım dönüşümlerin gerçekleşeceği aşikârdır. Tüm bu gelişmeler ışığında yeni neslin ülkenin genel kodlarından uzak kalmamasını sağlamalıyız. Kültürünü, gelenek göreneğini, insan ilişkilerini ve samimiyet duygusunu içinde teknoloji ile yoğurup hayat bağlamını kurmalıdır. Yakın zamanda neler bizi bekliyor dersiniz!

* Yaşam süresinin iki katına çıkması

* Doğumdan Önce Genetik Mühendisliği ile hastalıkların tedavisi

* Deniz suyu ile sulanan bitkiler (Yiyecek, mineraller vs.)

* Düşünce ile robotların kontrolü mümkün olması

* Sanal gerçeklik yaygınlaşarak bilgisayar ara yüzü ile avuç içinde klavye kullanılabilmesi

* Gelecekteki savaşlarda kritik konumlara yerleştirilen daha az asker ile en az can kaybı olması

* Robotların savaşta kullanımının artması(robotların savaşı)

* Yapay Zekânın insan zekâsının önüne geçmesi

Toplumların refah düzeyinin arttırılması ve medeniyetlerin gelişmesi için öngörülen yenilikler, disiplinlerarası araştırma çalışmalarının sonunda gerçekleşebilecektir. Atatürk’ün veciz vizyoner sözüyle, “muasır medeniyetler seviyesinin ötesinde bir yaşam biçimini”, Anadolu coğrafyasında yaşayan her bir bireyin hak ettiğini asla unutmamalıyız. Ayrışmaların son bulduğu, yeni neslin kardeşlik duyguları içinde birbirini destekleyen çalışmalarla gün yüzüne çıkacağı yakın gelecekte buluşmak umudu ve duasıyla…

İrfan ERTAV
Yazar 

İnstagram: @yazar.irfan_ertav 
Facebook: Uzman Muallim   
G-mail:[email protected]

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.