Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ''Ekonomideki programımızın esasını hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır stratejisi oluşturmaktadır. 19 yıldır üzerinde en çok hassasiyet göstermediğimiz konu bütçe disiplinidir. Faizi düşürmeye devam edeceğiz. Türkiye, kendi programıyla hedeflerine doğru ilerlemeyi sürdürüyor. Temmuz ayındaki enflasyon farkı artışlarıyla ücretlileri biraz daha rahatlatacağız.'' dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ''Türkiye’nin geldiği yol özellikle bunu yol ayrımı olarak kabul edecek olursak en çok tartışmaya sebep olan tercihi hiç şüphesiz ekonomi programı olmuştur. Bütün dünyaları faiz, enflasyon, kur ilişkisi üzerine kurulu kabullerden ibaret olan kesin inançlılar, ülkemizin yatırım, istihdam, üretim, ihracat, cari fazla yoluyla büyüme stratejini anlamaya bile çalışmamaktadır. Hâlbuki bizim ekonomideki programımızın esasını, millî mücadelemizi de zafere ulaştıran, hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır stratejisi oluşturmaktadır. Enflasyon bir sorun mudur? Evet, bir sorundur. Ama Türkiye’nin sorunlarının asıl sebebi ve çözüm yolu tek başına bu başlık mıdır? Kesinlikle değildir. Eğer öyle olsaydı geçmişte sayısız defa uygulanan, bir kısmı da başarıya ulaşan enflasyonla mücadele merkezli ekonomi programları sayesinde ülkemiz tüm sorunlarını çözmüş olurdu. Teşhis yanlış olunca tedavi de istenilen neticeyi vermez. Gerçi ülkemizde bizim programımıza kadar bu teşhisin kasıtlı olarak yanlış konduğu ve yine kasıtlı olarak yanlış tedavilerin uygulandığı da bir gerçektir.
Türkiye ekonomisini belli bir çizginin üzerine çıkartmayarak yüksek faizle soyulacak kadar diri, üretimle ayağa kalkamayacak kadar halsiz bırakacak programlarla yıllarımız heba edilmiştir. Aslında bu kısır döngünün ilk adımı enflasyonun tanımı ile başlıyor. Batı’nın ekonomi mecralarına göbek bağıyla tabi olanlara göre enflasyon, insanların ve kamunun aşırı tüketiminden kaynaklanıyor. Bu sorunun çözümü de faizleri artırarak parayı tasarruf araçlarına yönlendirmek suretiyle tüketimi azaltmak ve böylece fiyatları düşürmek olarak sunuluyor. Peki, burada kazanan kim? Yüksek faizle cebi dolan içerideki bir avuç tuzu kuru kesim. Onlarla birlikte yükselen faizlere ve değerlenen liraya heveslenerek dışarıdan gelen sıcak para sahibi fonlar. Elbette ucuzlayan döviz sebebiyle ülkeyi yabancı tüketim ürünlerinin pazarı hâline getiren ithalatçıları da bu arada unutmamak lazım. Peki, kaybeden kim? Üretimin düşmesi sebebiyle işsiz ve aşsız kalan, umutları törpülenen, gelecekleri kararan milyonlar. Biz tercihimizi faizleri yükselt baskısıyla bir kez daha ülkeyi soymak için ellerini ovuşturanlardan değil, istihdamı koruyarak işini, aşını, geçimini sürdürmesini sağladığımız milyonlardan yana kullandık. Hele ki dünyanın içinden geçtiği şu ekonomik buhranda tercihi üretimden ve istihdamdan değil de, finansal illüzyonlardan yana kullanmak ülkeyi emperyalist mandacılara peşkeş çekmek kesinlikle demektir, bunu da unutmayacağız.
Bunlar hadi bizi dinlemiyorlar, hadi bize inanmıyorlar, hiç değilse kendi putlarına, kendi ideolojik efendilerine kulak versinler. Uluslararası kuruluş başkanları bile açıkça enflasyonla ve faizle ilgili ezberlerin bozulması gerektiğini söylüyor. Dünya genelinde hâlihazırda 136 ülkenin merkez bankası enflasyon oranlarının altında faiz politikası uyguluyor. Buna rağmen Türkiye için eskinin köhne enflasyon faiz denkleminde ısrar etmek gafletten kaynaklanmıyorsa alenen ihanet teşebbüsü demektir.
Aslında bugün bizim ülkemizde teknik anlamda enflasyon değil, fiili bir hayat pahalılığı sorunu vardır. Şöyle ki: Yaşananlara enflasyon diyebilmemiz için kamunun harcama disiplinin kaybolması, bütçenin çok yüksek açıklarla yönetilebilir olmaktan çıkması gerekir. Bizim 19 yıldır üzerinde en çok hassasiyet gösterdiğimiz konu bütçe disiplinidir. Vatandaşlarımız da kendi bütçelerini çok iyi yönettiler. Bireysel emeklilik sistemimizde 300 milyar liralık birikim oluştu. Bireysel döviz hesaplarının tutarı 110 milyar dolara çıktı. Değeri 650 milyar doları bulan konut yatırımlarıyla, 170 milyar doları bulan ithal araba filosuyla insanlarımız refah seviyelerini yükseltti. Bizim dönemimizde hem evi hem arabası olan kişi sayısı yaklaşık 3 kat arttı. Merkez Bankamızın kasasındaki ve vatandaşlarımızın yastık altındaki altın varlığımız 150 milyar doları buldu. Yani vatandaşlarımızın tasarruf tarafında da sorun yok.
Tasarruflar böylede, borç tarafında bir felaketle mi karşı karşıyayız? Hayır. Hamdolsun orada da gayet iyi durumdayız. Tıpkı kamu borçları gibi vatandaşlarımızın borçları da özel sektörümüzün borçları da millî gelirle oranlanarak diğer ülkelerle karşılaştırıldığında çok düşük seviyelerde. Bizdeki konut, araç ve altın gibi gerçek varlıklara dayalı borçlanmalar gelişmiş ülkelerdeki türev piyasa şişkinliği içermediği için hiçbir zaman kriz sebebi olmaz. Biz işte bu tabloyu yaşayarak gördüğümüz için teşhisi ve ona dayalı tedaviyi, yani ekonomi programı stratejimizi kökten değiştirdik.
Faizi artırarak zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapacak emperyalist finans kurumlarının dayatması ekonomi reçetelerini bir kenara bıraktık. Bunun yerine ülkemizin asıl ihtiyacı olan yatırım, istihdam, üretim, ihracat ve cari fazla yoluyla büyüme esaslı kendi Türkiye ekonomi programımızı uygulamaya başladık.
Şimdi gelelim en kritik soruya. Bu programla insanlarımızın canını yakan, hayatını zorlaştıran, refah seviyesini düşüren fiyat artışlarını nasıl engelleyeceğiz? Fiyat artışları normal şartlarda ya üretim azlığı ya da talep fazlalığı sebebiyle ortaya çıkar. Bizde enflasyonun sebebi olarak gösterilen bütçe açığı da tasarruf eksiği de borçlanma seviyesi de olmadığına göre talep kaynaklı bir fiyat artışından söz edilemez. Üretim tarafında da hamdolsun üstesinden gelinemeyecek herhangi bir sıkıntıyla karşı karşıya değiliz. Öyleyse sorun nereden kaynaklanıyor? Sorunun bir tarafında vatandaşlarımızın bir kısmının tasarruflarını hâlâ döviz cinsinden yapmaktaki ısrarı vardır. Sorunun diğer tarafında ise büyüyen üretimimizin gerektirdiği ithal girdilere ve şirketlerimizin genişleyen küresel ağlarının ortaya çıkardığı ihtiyaca bağlı döviz talebi vardır. İşte bunun için vatandaşlarımıza kur korumalı mevduat gibi kur ve altın hesabına dayalı konut kredisi gibi tasarruflarını kendi paramıza dayalı enstrümanlara kaydırmalarını sağlayacak alternatifler sunuyoruz. Aynı şekilde ihracatı teşvik ederek, turizmi destekleyerek, uluslararası yatırımların gelişini kolaylaştıracak, ülkemize döviz girişini hızlandıracak yeni yöntemler geliştiriyoruz.
İhracatçılarımız hemen her ay rekorlar kırarak yıllık 242,6 milyar dolarlık rakama ulaşarak sağ olsunlar kendilerine olan güvenimizi boşa çıkarmıyorlar. Enerji fiyatlarındaki fahiş artışların ithalatımızda yol açtığı bozulmayı bir kenara bıraktığımızda fiilen cari fazlaya geçtiğimizi söyleyebiliriz. Karadeniz’de keşfettiğimiz doğal gaz ile yerli ve yenilenebilir enerji yatırımlarımızın çıktıları sisteme eklendikçe bu tablo lehimize düzelmeye başlayacaktır. Gelişmiş ülkelerin tamamında ödemeler dengesinde çok ağır sancılar yaşanırken, biz hepsinden daha iyi durumdayız. Bu ülkelerin merkez bankası bilançoları neredeyse millî gelirlerinin yüzde 40’na dayandı. Banka aktifleri millî gelirlerini katbekat aşan bu ülkelerin bize sürekli dayatılan faiz artışlarından köşe bucak kaçmalarının sebebi resesyona, yani durgunluğa girme korkularıdır.
Kimse bizden şunu beklemesin: Bu iktidar faizi artırmayacaktır. Tam aksine biz faizi düşürmeye devam edeceğiz. Gelişmiş ülkelerin hiçbiri bu aşamada faizleri enflasyona göre olması gereken seviyelere yükselterek cari açık verme dolayısıyla, devasa işsizlik sorunlarıyla karşı karşıya gelme riskine girmez, giremez.
Sayın Başkan niçin faizsiz düşünmekten bahsediyorsun? Benim derdim şu: Bu ülkede yatırımcı birinci derecede kamu bankalarıyla, buna eğer özel sektör bankaları da dâhil olursa özel sektör bankalarıyla da düşük faizle sağladığı kredi ile ne yapsın? Yatırıma girsin. Mevcut yatırımlarını daha da geliştirsin, genişletsin. Bununla istihdam sağlayalım, bununla üretimi arttıralım, bununla ihracatı daha da attıralım ve bununla evet büyümeyi sağlayalım bizim derdimiz bu. Bu oldukça işte işsizlik de ne yapacaktır? Bugün olduğu gibi daha da azalacaktır.
Dünya millî gelirinin yüzde 70’ni oluşturan bu ülkelerin yaşadığı sancılar tabii olarak herkesi etkiliyor. Çin ve Japonya’nın parasal genişlemeye ve faiz indirimine gitmelerinin paralarına bilinçli olarak değer kaybettirmelerinin sebebi bu fırtınadan kaçma çabasıdır. Gerisindeki 20 yıllık bir fiziki ve beşeri hazırlıkla bu sürece giren Türkiye ise fiyatlardaki fahiş artışların yol açtığı sıkıntılara rağmen, kendi programıyla hedeflerine doğru ilerlemeyi sürdürüyor.
Bütçe gerçekleşmelerimiz pek çok alanda yaptığımız ciddi vergi indirimlerine ve enerji ödemeleri kaynaklı kimi sapmalara rağmen, gayet iyi seviyededir. Ülkemizin zaten sınırlı olan kaynaklarını doğrudan ücretlilere, istihdamı artıran sanayicilere, ihracatçılara, turizmcilere, yatırımcılara, esnaf ve sanatkârlarımıza aktararak çok yönlü faydalar sağlıyoruz.
Aslında hemen yanı başımızda bir sıcak çatışma patlak vermeseydi salgın sonrası bu aylarda her kesimden insanımız programımızın somut faydalarını hayatında bizzat görmeye başlamış olacaktı. Biraz gecikmeyle de olsa inşallah önümüzdeki yılın ilk aylarından itibaren bu noktaya geleceğiz.
En büyük hassasiyetimiz, istihdamı koruyarak ücretlilerin gelir kaybını telafi ederek, fırsatçıların önünü keserek insanlarımıza üzerlerine kalıcı yükler binmesine engel olmaktır. Fiyatları izahı mümkün olmayan bir şekilde artan ürünlerin üretimini teşvik ederek ve tedarikini kolaylaştırarak stokçuların oyunlarını bozacağız. Kriz tellallarının dört döndüğü bir yerde piyasanın bu kadar canlı işlemesi, amacın panik çıkarmak olduğuna işaret ediyor. İstihdam odaklı ekonomik istikrar ile sermaye ve para piyasalarının büyümesini ifade eden finansal istikrar konusunda ciddi bir sıkıntımız bulunmuyor. Fiyat istikrarını ise aldığımız diğer tedbirlerin yanı sıra, işimize gelen seviyedeki bir döviz kuruyla cari fazlayı artırarak sağlamayı planlıyoruz. Biz meseleye böyle bakıyor, buna göre çalışıyoruz.
Son dönemde ülkemize ilave kaynaklı girişi sağlayacak pek çok girişimde bulunduk. Bunların bir kısmı fiilen şu anda işliyor, bir kısmında prensipte anlaştık, mekanizmaları kuruyoruz, bir kısmında ise görüşme safhasındayız. Bir yandan fiyat artışlarını durduracak, diğer yandan milletimizin her kesiminin gelir kaybını telafi edecek çalışmaları tüm bu makro adımlarla destekleyerek programımızı uygulamayı sürdürüyoruz.
Dün açıkladığımız Toprak Mahsulleri Ofisimizin buğday ve arpa alım fiyatları çiftçilerimize verdiğimiz desteğin bir işaretidir. Aynı şekilde biraz sonra detaylarını sizlerle paylaşacağım memurlarımızın tamamına teşmil ettiğimiz ek gösterge artışıyla çalışanı ve emeklisiyle tüm kamu görevlilerine verdiğimiz sözü tutuyoruz. Temmuz ayındaki enflasyon farkı artışlarıyla ücretlileri biraz daha rahatlatacağız. Yılbaşında ise tüm çalışanların durumlarını ekonomide gelinen noktaya uygun şekilde gözden geçirerek herkesin hakkını almasını temin edeceğiz.
Sosyal yardım şemsiyemizi genişleterek, destek miktarlarını güncelleyerek hiçbir vatandaşımızın mağduriyetine de izin vermeyeceğiz. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın ilkesi bu zorlu dönemde de çalışmalarımızın merkezinde yer almayı sürdürecektir. Çalışmaları birlikte yürüttüğümüz Hazine ve Maliye Bakanımız ve ekonomi yönetimimizle beraber programımızı kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz. Sel önünden kütük kapma peşindeki fırsatçıların takdirini ise milletimize bırakıyoruz.'' dedi.