Başkalarının ayak izlerini takip edenler kendi izlerini asla bulamazlar, bulamayacaklar. Her birimiz aynı coğrafyanın ortak değerleri üzerine inşa edilmiş bir inanış ve kültürüyle yoğrulmaya devam ediyoruz. Birbirimizden beslenmeye ve güzel olanı ortaya çıkarmaya çok ama çok ihtiyacımız var. Bunu yapabilecek güce de sahibiz. Tek yapmamız gereken işin kitaplarla olan aramızdaki mesafenin ortadan kaldırılmasını sağlamak olduğunu bilmek durumundayız. Bizim inancımız bize, ilk emir olarak okumayı hatırlatır. Yetmedi hemen ardın sıra ise “hiç düşünmez misiniz hiç akletmez misiniz” diyerek yeni bir kavramın önemine vurgu yapar. O da düşünme melekesidir. Kaldı ki tefekkür, teşekkür, müteşekkir gibi bütün güzel hasletleri de bu düşünce kavramının içinde deşifre eder. Mevlana’nın dizelerinde, Yunus Emre’nin öğretilerinde de “ bu dünyaya insan olmaya geldim”, “dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim”, “benim bunda kararım yok ben bunda gitmeye geldim” diyerek dünya tamahının üstünde değerlere vurgu yapılmıştır. 

İnsanoğlunun ruh ve beden ikilemi hiçbir zaman bir birinden ayrı tutulmamıştır. Bedeni doyurmanın yanında ruhu da tok tutmanın önemine vurgular yapılmıştır. Zira bedenin doyumu tek başına “çıkar ilişkilerini, daha çok kazanmayı, ben merkezli düşünmeyi, kendinden başka hiç kimseye yaşam hakkı tanımamayı” ifade ederken ya da bu yola kapı aralarken ruhun tokluğu ise yeteri kadara talep olmayı ve kardeşçe paylaşmayı yeğlemektedir. 

Dört kıtada hükümranlığını adaletle sürdürmüş ecdadın, küçücük bir ilçede başlayan hikâyesinin 5 milyon metrekarelik toprak bütünlüğüne ulaştığını hepimiz iyi biliyoruz. Bu kadar toprağın üstünde at koşturmak değildi elbet maksatları. Belledikleri yol, birlik yolu, dirlik yolu, varlık yoluydu. Onlar için yol bir idi ve bire varırdı. Ne zaman ki; bu sevdalarından ödün verdiler, ya da gaflete kapıldılar o zaman tükendi ayaklarının altındaki topraklar. Adaletle hükmetmekten vazgeçmekti en büyük hataları belki de, kim bilir!

Orta Asya’dan Mezopotamya’ya, Anadolu topraklarına ve hatta “Kızıl Elma” hedefiyle Balkanlara ve Avrupa kapılarına dayanan yolculuğun bir gerekçesi vardı. İnsan olma yolunda ve insan kalma yolculuğunda her gidilen beldeleri İlahi Emir çerçevesinde yaşanabilir gülistana dönüştürmek, insanın insan üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldırmaktı. Ecdadın tarihin her sayfasında kurmuş olduğu devletlerin temel anahtarı “insanı yaşat ki devlet yaşasın” zihniyetiydi. Hal böyle olunca da bireye, zümreye, sülaleye imtiyazlar sağlamaktan şiddetle kaçınılmış ve ilahi adaletin gölgesinde elinin uzandığı, gücünün yettiği her yere insan onuruyla yaşanabilir bir iklim bırakmıştır.

1071’de Malazgirt’te başlayan destanın adı 15 Temmuz’da halkın teveccühü ile taçlanmıştır. Bin yılı aşkındır devam eden ve sürekli saldırılara maruz kalan asil ecdadın ayakta kalması tesadüfi değildir. Realiteden ödün vermeyen, inanışının gereği olarak okuyan, düşünen ve üreten bir toplum olma yolunda büyük emekler vermiştir. Hal böyle olunca da güçlenerek ve büyüyerek yola revan olunmuştur. Ne zaman ki kitaplarla arasına fasılalar girmiş ne zaman ki kendini ilmin, bilimin ışığından uzaklaştırmış işte o zaman kaçınılmaz sonla yüzleşmek durumda kalmıştır.

Malazgirt’ten 15 Temmuz’a her bir savaşın ya da direnişin ayrı ayrı öyküsü yazıldı yazılamaya devam edilecek. Kitaplarla sefere çıkan Fatih Sultan Mehmet Han’dan, Yavuz Sultan Selim’den dem vururken, Mustafa Kemal ATATÜRK gibi muhteşem bir kumandanın tarihe altın harflerle Türk Milletinin ve Anadolu Halkının adını bir kez daha yazdırdığını unutmayacağız. Gelmiş geçmiş tüm devlet adamları er ya da geç kadim insanımızın yüreğinde bir karşılık buldu, bulmaya da devam edecek. Kendi yaşadığı zamanın büyük kahramanları sonraki nesil tarafından daha da yüceltildi. Ya da yerin dibine batırıldı. Bugün de aynı gerçeklik devam etmektedir. Tarih bugünün devlet adamlarını da yazmaya devam ediyor. Ama yüzyıl sonrasında yeni neslin gönlünde nereye oturacaklar şuan için kestirmek zor görünüyor. Benim sözüm üzerine söz söylenemez diyenlerin, kadıya mülk olmayan mekânlarda oturuyor olmaları onları yüceltmeyecektir. Dünya çıkarı için birilerinin eteğinden tutanlar, dizinin dibinden ayrılamayanlar, malayani işlerle uğraşıp gerçek sorunları çözmek yerine günü kurtaranları ise tarih er ya da geç insanların gönüllerinde kurulan adalet terazisine çıkaracak ve yargılanmalarını sağlayacaktır. İşte o zaman bugünün büyüklerinin torunlarına şöyle bir soru yöneltilecektir. Yakın geçmiş dedelerinizi nasıl bilirsiniz? Samimiyetle söylüyorum ve bunu görüyorum ki “ hoş bir söylemle” anılmayacağız. 

Türkiye’min ve gönül coğrafyamın güzel insanları, kitapların bize olan ihtiyacı bizim onlara olan ihtiyacımızın yüzde biri bile değildir. Birilerine tapınmak yerine, kitapların ışığı altında aydınlanma yolunu tercih etmek zorundayız. Tez zamanda aramıza mesafeler koyduğumuz kitaplarla dost olmak zorundayız. Analitik düşünce, etkili iletişim becerileri, inovatif fikirler, ortaya koyabilmek için dört elle sarılmamız gereken tek şey kitaplardır. Birilerine tapınmaktan vazgeçmek zorundayız. Dünya çıkarı için ahiretini satmaktan vazgeçmek zorundayız. Alın ve akıl teri dökmüş, emek vermiş, dirsek çürütmüş, göz nuru akıtmış eğitimli insanların sözlerine kulak asmak vaktini kaçırmayalım. Benden değilse tü-kakadır, diyen cehaletin nirvanasında yüzen insan görünümlü canavarlardan uzaklaşmak zorundayız. Bu sepele tekraren hatırlatıyorum ki “ ilahi kitabımızın ilk emrini ve düşünme melekesine yönelik ısrarlı uyarılarını” tekraren hayatımıza tatbik etmek zorundayız. 15 Temmuz’ları yeniden yaşamamak için dört elle ilmin ipine sarılmak zorundayız. Yaşanan savaşların sadece sebeplerine ya da sonuçlarına odaklanmaktan vazgeçip kimlere nasıl kazanımlar sağladığına, ülkeye kazandırdıklarına ve insanların onurlu yaşama haklarına katkılarına bakmak zorundayız. Kimlerin nasıl zenginleştiğine, nereden beslendiklerine, yaşam biçimlerine bakmaz zorundayız. Başlangıç noktalarından bugün geldikleri noktalara bu yolculuğa bu yolculuğun inancımızla bağdaşmayan yanlarına bakmak ve irdelemek zorundayız. Bin neslin elimizden kayıp gittiğini görmek zorundayız. Bugün söylemin işe yaradığı ve maalesef eylemlerin anlamının olmadığı dönemle yüzleşiyoruz. Dün söylenen hiçbir sözün bugün bir karşılığının olmadığını görüyoruz. O halde söylemin eyleme dönüşmediği insanlardan uzak durmanın vaktini kaçırmayalım. Yapmadığınız şeyleri başkalarına buyurmayınız ilahi emrini hatırlayalım. Tüm bu sentezleri yapabilmek için kitaplarla aramızdaki mesafeleri yok etmek zorundayız ve sımsıkı kitaplara sarılmalıyız.

İnsanoğluna bahşedilmiş en güzel duygularla; “dilinizdeki esma, hayatınızda müsemma olsun inşallah” diyor, kitaplarla olan aranızdaki mesafeleri kaldıralım istiyorum.

Saygılarımla 

İrfan ERTAV
Yazar
İnstagram: @yazar.irfan_ertav
Facebook: Uzman Muallim
G-mail:[email protected]

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.