"Dün sabaha karşı kendimle konuştum.
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
Yokuşun başında bir düşman vardı.
Onu vurmaya gittim; Kendimle vuruştum..." diyor Özdemir Asaf.
İnsan kendine nezaket göstermeyince başkasına da tahammülü kalmıyor. Acımasız bir dünya ile imtihan edilmenin yorgunluğu ile düşüyor gönül penceresinden ve tel tel dökülüyor insan olma yolunda… Bahaneleri kuşatıyor tüm bedenini ve ruhunu. Her bir güzel söze “ama” ile başlayan cümleler damgasını vuruyor. Kapatıyor kendini kendinden öteye. Ve bir rahlede buluşamıyor insanın aklıyla gönlü. Birbirine yakın kılan tüm gerekçeler ortadan kaldırılıyor birer birer. Sen ben davası başlıyor aklın dehlizlerinde. Gönül, mantıkla meydan savaşında olabildiğince derin vuruşuyor. Korkmuyor, çekinmiyor kırmaktan, dökmekten kendini bedeni ve ruhunu. Sonra kimselere yanaşmıyor, yanaşamıyor barışık olmayınca kendiyle. Varlığının kıymetini bilmiyor, bilemiyor. Oysa sen olmazsan arkadaşının, eşinin, dostunun, hâsılı diğerinin ne önemi var. Ben varsam sen anlamlısın, sen varsan ben! Senin olmadığın bir dünyada ben neyin savaşını vereceğim. Umutlarımı hangi bağın bahçesinde besleyeceğim. Büyüteceğim. Yeni toy bebelerin umut yolculuğunda onlara yar, yardımcı olacağım!
Çevreye ışık saçabilmek için kişinin kendi içindeki yolculukta kandillerini yakması gerekir. Sevgi tohumlarını ekmesi, başkasından beklemeden kendine iyi gelecek bir yol tutması gerekir. Yoksa bu acılar ve sıkıntılar zamanla duygusal bir kabuk bağlıyor, iyileşme süreci de maalesef çok uzun sürüyor. Kişinin kendine bu yüzden iyilik yapması elzemdir. Bunun en kestirme yolu ise kimseden bir şey beklemeden önce kendine nezaketli olmasıdır. Nezaket ehline de zariflik yakışır böylece. Kendine değer veren insan başkasına da değer verir. Zira bilir ki insan kendini bir başka insanın süetinde, ruhunda, gönlünde bulur. Bir kez gelip geçtiğimiz şu dünya penceresinden etrafı temaşa ederken kendi gönlümüzdeki güzel yanları da her bir durağa resmedip asmak zorundayız. Karşılaştığımız tüm insanlar ve diğer canlılar bizim hayatımızın başrol kahramanı değil. Ama kahramanın bu sahnede vazgeçemeyeceği rol arkadaşları olmalı ki, hayatın bir manaya bürünmesi hâsıl olsun.
Bugün etrafımızda yaşanan acılara kayıtsız kalmak mümkün değil. Yanı başımızda cereyan eden masum çocukların ölümüyle sonuçlanan zulümler bizi biz yapan değerlere daha da yakın kılıyor. Yüzyıllar boyunca dünyaya nezaketin, zarafetin en güzel örneklerini göstermiş ecdadın torunları olarak zarif ehlinde olmak zorundayız. Adaletin en azami düzeyde yeniden tesis edilmesini başarmak zorundayız. Hak, hukuk, adalet, liyakat, ehliyet kavramlarının içini güzel davranışlarımızla doldurmak zorundayız. Uzun zamandır süregelen zalimin zulmünün son bulması için öz benliğimize geri dönmek zorundayız.
Mayası İslam inanışıyla yoğrulmuş ecdadın hamuruna haram karışmıştır. Bu haramın temizlenmesi elzemdir. Yeryüzünü yaşanılır bir zemine dönüştürmenin birincil unsuru zarafet ehlini yeniden inşa etmektir. Zarif insanlar yetiştirmektir. Bu bağlamda öncelikle aile ocaklarında iletişim çok önemlidir. Birbirine nezaket ehli gibi davranan anne babalar, çocuklarına zarif insan yazılımı yüklemektedirler. Böylece okullarda, çocuklarımızın birbirine karşı davranışları müspet yönde olacak ve okullar barışık bir yaşam alanına dönüşecektir. Aile içinde başlayan bu iyileşme hareketi toplumun her alanına sirayet edecek ve böylece güçlü, dinamik ve zarif insanların barındığı bir ülkeye bürünecektir vatanımız.
Bugün Filistin’de, Gazze’de, Myanmar’da, Doğu Türkistan’da ve dünyanın birçok yerinde soydaşlarımıza ve inanç birliği yaptığımız Müslüman kardeşlerimize yönelik yapılan insanlık dışı uygulamaların tez zamanda ortadan kaldırılması için öncelikle birey olarak içe yolculuğumuzda başarılı olmak zorundayız. Yapılanların; neden, niçin, kime, kimden, nasıl sorularına cevaplar bulmak zorundayız. Birlik için dirliğe ihtiyaç var. Birlik için adalete, liyakate, hukukun üstünlüğüne ihtiyaç var. Kendi egosunun prangası altında inim inim inleyen nüfus cüzdanı Müslüman’ı(!), torpille makam mevki sahibi olmuş kişilerin bir an önce zarafet ehline dâhil edilmesi kaçınılmazdır. Düşünen, soran ve sorgulayan bir topluma dönüşmek durumundayız. Bu sebeple televizyondaki magazin ve yalan haber bilgilerinden arınarak kitaplarla yüzleşmek zorundayız. Hâsılı yarenler öz kimliğimize, inanç değerlerimize geri dönmek kaçınılmaz bir hal almıştır. Aksi takdirde gidilen yol yol değildir. Kendi kardeşlerimize, soydaşlarımıza ve Müslüman ülkelerde zulüm gören insanlarımıza faydamız dokunmayacağı gibi bir gün zulme uğrama sırasının bize de geleceğini bilmek durumundayız.
Dünya dünün dünyası değil. Yeni nesil dünün çocukları değil olmaları da beklenemez. Lakin fıtrat insan fıtratı. Maya aynı maya. Yol, yöntem farklı olabilir. Bizi biz yapan değerlerin kazandırılması vazgeçilmezimiz olmalıdır. Bu işi yaparken de kırarak, dökerek değil, bir araya getirerek derleyip toplayarak yapmalıyız. Mevlana’nın dilinden, Yunus Emre’nin gönlünden yetişen tomurcuklar açmalı bizim toplumsal hayatımızın bahçesinde. Tarihe altın harflerle nezaket ve zarafet ehli diye yazıldı ecdadın adı. Torunlarının bu kadar kopuk ve bu kadar aymaz olmasının temel sebepleri iyi tahlil edilmeli.
Ezcümle; dün dündür diyen, dünde söylediğini inkâr edebilen, verdiği sözde durmayan, sürekli zikzaklar çizen, kendi bekasını sürekli ülke bekası diye bize dayatan kişilerden ve bu zihniyetten uzak durmak hatta mümkünse tez zamanda kurtulmak gerekir. Âşık Veysel’in zarifliği ile bitirelim bu yazımızı.
Şekilsiz gölgesiz canlar nefesler
Duyulan ne duyuran ne duygu ne
Kimse bilmez dünya nasıl kurulmuş
Her cisime birer zerre verilmiş
Cümle varlık bir kuvvetten var olmuş
Gelen ne giden ne yol ne yolcu ne.
Saygılarımla
İrfan ERTAV
Yazar
İnstagram: @yazar.irfan_ertav
Facebook: Uzman Muallim
G-mail:[email protected]