Ara tatilden dönüyoruz. Yarın okullar tekrar öğrencileriyle, öğretmenleriyle buluşmaya hazırlanıyor. Yine cıvıl cıvıl öğrenci sesleri, öğretmen nefesleri kaplayacak her yanımızı. Mutlu olsun diye, umutlu yarınlara koşalım diye herkesin heyecanı içinde saklı. Eğitim liderleri olarak bizlere düşen görev ise eğitim öğretim faaliyetlerinin yapılacağı o kıymetli mekânların hazır halde bulundurulması… Bu sebeple iki gündür okul bahçesine uğruyor mekânı geziyor sonra okula giriyor idari katları, sınıf ortamlarını kontrol ediyorum. 05 Nisan günü çocuklarımızı gönderir göndermez okulun daha büyük güzelliklere kavuşması adına bayram gününe kadar yoğun bir şekilde çalıştık. Giriş merdivenlerinin, kolonlarının yenilenmesi, bahçe duvarlarının boyanması, güvenlik gerekçesiyle yeni ihata duvarının bahçeye eklenmesi, kalorifer kazanın bulunduğu fiziki alanın düzenlenmesi, bahçede kırık, çukur oyun alanlarının düzlenmesi gibi… Bayram nedeniyle üç gün okula uğrayamadık. Cumartesi günü geldiğimde ortaokul binamıza giriş merdivenlerinin orası sığır bağlasan durmaz denecek kadar pislik içinde. Yenilen çekirdekler, içilen meyve suları, içilen sigara izmaritleri, çöp poşetleri ve adını zikredemeyeceğim birçok kalıntı maalesef orada. Okullumuz görevlileriyle alanın temizliğini sağladık. Pazar günü tekrar kontrol ettiğimde yine aynı manzarayla karşı karşıya kaldım. Evet, anlıyorum, okulumuz beş bin nüfuslu bir mahallenin tam ortasında yer alıyor. Çocuklarımızın oyun alanı, etkinlik alanı. Tamam, da pislediğin yere yine bir gün, bir saat sonra sen geleceksin ya evladım! Bu neyin hıncı, bu neyin kızgınlığı? Bu neyin pisliği? Bu nasıl bir aymazlık?
Bu bir ahlak ve şahsiyet sorunudur. Evde kazanılması ve okullarda da pekiştirilmesi gereken değerlerin yozlaştırıldığı hazin bir dönemden gelip geçiyoruz maalesef. Niteliğin niceliğe galebe çaldığı bu zamanın en tehlikeli aktörleri, söylemi ve eylemi bir olmayan zavallı insanlar güruhudur. Anne ve babalar, biz eğitimciler, genel anlamda ilçe, il ve nihayet bakanlık silsile yoluyla sorumludur olandan bitenden. Bakanlığın alt yönetimlerden genel beklentisi, taşra teşkilatlarının okullardan istediği, velilerin talepleri ve öngörüleri aynı amaca hizmet etmiyor. Eğitim öğretim faaliyetlerinin sadece öğretim faaliyetiyle meşgul olunuyor bütün paydaşlarca. Hâlbuki öğretmek dayatmak demektir. Atı zorla suya götürenler asla zorla su içiremezler. Zira atın susamış olması gerekir. Ne zaman muallim, öğretmene, talebe de öğrenciye everildi biz öğretimle uğraşır olduk. Hiç kimsenin eğitim boyutuyla ilgilendiği yok. Benim çocuğum fen lisesinde okusun ama hırsız olsun önemli değil. Benim çocuğum tıp fakültesini kazansın ama egoist biri olmuş önemli değil. Benim çocuğum bürokrat olsun ama ne kadar kul hakkı varsa yesin önemli değil diye diye bu günlere geldik. Mutlu bireyler yetiştiremiyoruz. Umutsuz birkaç nesil avucumuzun içine sıkışıp kaldı. Adalet, liyakat, ehliyet, hukukun üstünlüğü yok edildi. Yapanın yanına kar kaldığı bir rezalet yöne everildi toplumun çoğu. Haklının değil de güçlünün yanında çöreklendi; öğretim yoluyla hayata atılan bir grup sürü psikolojisi ile hareket eden kitap düşmanları… Yemenin deniz, yemeyenin domuz algısı gelişti. Kitapların dostluğu unutuldu, sosyal medya denilen mecralardan beslenen cehalet sürüsü söz sahibi oldu. Sözün erleri darma duman edildi, düşünmeyen, akletmeyen ilahi emri dinlemeyen sözüm ona Müslüman’ım diyen bir garip insan(!) yeşerdi bu coğrafyada. Sebep sonuç ilişkisi kuramayan, mantıksal çözümleme yapamayan kendi egosu ve çıkarını toplumun çıkarlarının önüne koyan ve maalesef bundan dolayı prim yapanlar çoğaldı. Zehir zemberek, küfür kıyamet, iftira dillere pelesenk oldu. Tepeden bakmalar moda kabul edildi. Hal böyle olunca da günde sekiz saat okuldan, kalan 16 saat ise evden ve çevreden beslenen çocuklarımız, gençlerimiz buldukları her yeri tarumar etmeyi hak sandılar. Benim değerli anne ve babalardan tek isteğim var. Allah rızası için çocuklarınıza eğitim boyutuyla ilgili güzel örnekler olun. Yapmadığınız işleri onlara buyurmayın. Okulun ve diğer tüm kamu alanlarının ortak miras olduğunu benimsetin. Okulların öğrenim yuvasına dönüşümü için gelin eğitim ordusuyla işbirliği yapın. Bırakın doktor doktorluğunu, hukukçu hukuk işlerini, tarımcı tarım alanını güzelleştirsin. Ve ne olur eğitimi de sokak ağzıyla herkesle değil eğitimcilerle yoluna koymaya özen gösterelim. Bu yol hepimizi istisnasız geleceğe taşıyacak tek kurtuluş yoludur. Küçücük günü birlik çıkarlarımız için geleceğimizi zayi etmeyelim. Lütfen.
Şimdi de bütün samimiyetimle kendime sesleniyorum. Teşkilatımın başındaki, en tepesindeki insanın benimle hemhal olmadığını, eğitim boyutuyla aynı pencereden dünyayı seyretmediğimizi biliyorum. Ne olursa olsun, ne kadar canımızı yakarsa yaksın, bu olay neticesinde muhtara kızıp merayı biçmeyeceğiz. Bizler inancımızdan, uygarlığımızdan aldığımız, Fatih Sultan Mehmet Han’dan, Yavuz Sultan Selim Han’dan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten aldığımız güçle aydınlık yarınlara yürümeye azmettik.
Ve yine kendime diyorum ki, yozlaşmanın bu kadar yoğun hissedildiği günümüzde yormak istemiyorum bildiklerimle kimseyi. Kelimeleri yan yana götüresim de yok çoğu zaman. Bazen kendimi anlamak için yeni bir alfabe aradığımda doğrudur. Söylenmemiş sözler duymaya ihtiyacım var. Gönül mektebinde yeniden güzellikler okumak istiyorum hece hece.
Daha kaç zaman böyle sürer bilmiyorum. Ama özlemini sürdüğüm güzel insanlar var. Umut bağladığım yarınlar…
Bu ülke benim benim,
Bu çocuklar benim,
Bu gelecek hepimizin,
Ben bu ülkede doğdum bu ülkede bu ülkü üzerine ölmek istiyorum.
Bir çay içimlik misafiriyim kendi ömrümün, demlendim, yarınlara duyduğum umut dolu özlemle içip gideceğim.
Saygılarımla
İrfan ERTAV
Yazar
İnstagram: @yazar.irfan_ertav
Facebook: Uzman Muallim
G-mail:[email protected]