Bakan Yusuf Tekin diyor ki:
“Yok, ben dahil hiç kimse yapamaz! Sistem buna müsaade etmez. Ben size bir şey söyleyeyim. Normal olarak şu an bana, eğer öyle olsa, bir sürü isimler gelmiş olması lazım farklı kesimlerden. Bir tane dahi bana “Çocuğum mülakata girecek yardımcı olur musun?” ismi gelmedi bugüne kadar. Başkasına da gidemezler. Milletvekillerimiz dahil kimse bize böyle bir talepte bulunmadı. Ben bu sınavın, objektif, şeffaf ve adil olması için her türlü tedbiri aldığımı düşünüyorum. Buna rağmen öngöremediğimiz şekilde bir adaletsizliğe sebep verecek kim olursa hiç tereddüt etmeden gereğini yaparım. Müsaade etmeyeceğiz buna.”
Cevap: Nefsine hakim olan bir hükümet, ifadesini okumuştum bir kitapta. Hükümet nefsine hakimse sorun yok. Nefsine hakim değilse herkes bir yolunu bulur. Yani mülakata girecekleri siz sınıyorsunuz, Allah da sizi sınıyor. Adalet ve dürüstlük sınaması... Vicdan yoklaması... Herkese başarılar diliyorum.
Bakan Yusuf Tekin diyor ki:
‘‘Milli Eğitim Bakanlığının muhatap olduğu alan çok büyük fedakarlık gerektiriyor. Bu fedakarlığı maalesef öğretmen camiası tek başına üstleniyor. Öğretmenimizin üzerinden yükü biraz almamız gerekiyor. Öğretmen arkadaşlarımızın bu süre içerisinde karşı karşıya bulundukları sorunları azaltmak için hep beraber çalışmamız gerekiyor. Öğretmenlerin üzerinden yükü en çok alacak kitle velilerimiz. Çocuklarımız, zorunlu eğitim çağını bitirinceye kadar hayatlarının yüzde 10'unu bile okulda geçirmiyorlar. Yüzde 90'lık kısmı ya aileyle birlikte ya toplumun içinde geçiriyorlar. Yaz aylarına geldik. En azından öğretmenlerimizin yaptıklarının unutulmaması açısından velilerimize ciddi sorumluluklar düşüyor.’’
Cevap: Öğretmenin sırtından yük alınmak isteniyorsa MEB kendi bünyesinde öğretmene yıktığı iş ve işlemlere bakmalıdır. O kadar anlamsız ve gereksiz iş yükü var ki öğretmen üzerinde. Öğretmen ders vermek dışında başka başka işlerinde peşinden koşuyor. Ve peşinden koştuğu işlerin hiçbir sonucu, getirisi, kazanımı da yok. MEB, yeni ders yılında ya ayıklama yapmalı ya da merkez-taşra bürokrasisine çekidüzen verecek bir genelge yayımlamalı. Zırt pırt öğretmen rahatsız edilmemeli, öğrenciye ve derslere odaklanmalı öğretmen. Okul idareleri de öğretmenlere ve öğrencilere... Basit ve sadelik eğitim ortamında çok önemli... Yıllardır söylüyoruz.
Sayın Tekin, açıklamalarınız bazen öğretmene uzanıyor bazen veliye uzanıyor. Öğretmen ve veliye sorumluluk boca edilmiş durumda... Ya sizler... Bürokrasi... Asıl sizlerin gece gündüz kafa yormanız lazım. Havale ile, denetleyici rol ile, hükümranlık ile, baskıyla, zorlamayla, korkuyla değil; bizzat işin içine girerek. Yol göstererek, yön vererek... Emek sarf ederek... Biliyoruz, bir kişiyle olacak işler değil. Ve fakat öncü kadrolar önemli değil mi? Tonguç, bu noktada örnek olabilir bence.
İnandırmalısınız baş koymuşsanız bu yola. Edindiğimiz izlenim yola baş koyduğunuz. Adanmışlık ise henüz sınanmadı. Adanmışlık, inandırır.
İnandıramıyorsanız da kendinizi ve merkezi teşkilatı gözden geçirmelisiniz.
Yetkili kişi gücünü makam koltuğundan değil, icraatlarından alır. Ne kadar değiştirebildiğine bakılır...
Stratejiler, neticelere göre değerlendirilir.
Önümüzdeki ders yılı dönemlerden değil, dönümlerden müteşekkildir.
Hep birlikte göreceğiz.
Sorumluluğu bir yere yıkıp kendiniz kenarda hakem gibi davranırsanız emin olun hiçbir sonuç alamazsınız. Düdük çal, faul de, ofsayt bayrağını kaldır, oyuncuyu at vs...
Karışmalısınız, katılmalısınız.
Yalnız karıştığınız ve katıldığınız ortamlar özgür olmalı.
Gerçekler konuşulmalı.
Yalandan konuşmaların önünü bizzat siz kesmelisiniz. Ve demelisiniz ki: ‘‘Öğretmenim, açık ol!’’
Herkese açık ama her söze açık olmayan oturumlar vitrindir.
Herkese ithafen bir öğretmenimizden gelen masalla bitirmek istiyorum:
‘‘Düşünceleri ve cümleleri suçlandı kamu görevlisi Micheal'in.
İhraç edilmeliydi kamudan.
Düğmeye basmalı idi tekmil vatansever ve çalışkan(!) bürokrasi.
İvedi atılmalıydı Micheal.
Micheal, müddei olmamasına rağmen düşüncelerinin suç olmadığını sübuta erdirmek için kollarını ve dilini sıvamıştı. Sükûnet ile sübut olmayacağı için konuşuyordu babam konuşuyordu, derdini anlatmaya çalışıyordu.
Ulvi disiplin kurulu önünde de kendisini savunmaya başladı. Anayasal hükümlere dayandıra dayandıra... O anlarda âlâ bir ses işitti: "Sen memursun, konuşamazsın. "
Bilmukabelede bulundu Micheal: "Ama ben öncelikle yurttaşım. Ve kendimi ifade etmek, anayasal hakkım."
Yine âlâ ses yanıtladı: "Hayır, sen memursun. Ve konuşamazsın. Anayasayı ise burada geç."
Devlet babalarının olduğu ulvi kurulda anayasa yok hükmündeydi ve kan ağlıyordu. Halbuki Micheal'i suçlarken, soruştururken, kovuştururken anayasa ve yasalar devredeydi. Micheal garibimin üzerinde işlem yapılırken dayanak noktası idi anayasa. Zannetti ki devir anayasa ve yasa devri, değilmiş, öğrendi. Şimdi tecrübe ile sabitti. Bu saatten sonra insani yönlere dikkat etti. Elde kalan buydu. Mıcheal, o anlarda kuruldaki 7 kişinin gözlerinin içine baktı. Kimse şaşırmıyordu. Kimse reaksiyon belirtisi göstermiyordu. Vicdan, prim yapmıyordu. Oysaki Micheal'in ağzı açık kaldı, gözleri fal taşı gibi açıldı, gözlerine inanamadı. Baktı ki kendisi anormal görünüyor, hemencecik kendisini toparladı. Micheal; açık ağzını bir güzel kapattı, gözlerini kıstı. Veee devirdiği gözlerini yere indirerek bir güzel sustu. Artık anayasaya inanmıyordu. Suçlanmamak için babıldaya babıldaya yeniden konuşmayı ve yazmayı öğrendi.’’
Saygılar...
Yusuf Sevingen