Azınlık okulları (cemaat mektepleri, ekalliyet mektepleri), Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında yaşayan; aralarında dil, din, ırk farkı bulunan, özel anlaşmalarla verilen haklardan yararlanan başta Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler olmak üzere bazı grupların açtığı okullardır…
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethedince Galata Ahitnamesi ile şehirde yaşayan topluluklara başta Rumlar olmak üzere kendi dinlerinde ibadet etme, kendi dillerini konuşma ve okullarını açma özgürlüğü tanımıştı…
Osmanlı Devleti güçlü olduğu dönemde Azınlık okullarını sorun olarak görmemiş, hatta teşkilatlanmaları için desteklemişti… Ancak azınlıklara ait mektepler giderek artmış yanında yabancı okullar da açılmıştı…
O dönemin şartlarına bakıldığında okullara giden sayısı bir hayli artış göstermiş ve artık bu okullar misyonerlik faaliyetlerini yürüten yerler haline dönüşmüştü…
Çeşitli hamlelerle kontrol altına alınmak istense de o kadar güçlü hale gelmişlerdi ki artık kontrol edilemez duruma gelmişlerdi…
1915 tarihli Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi ile ülkedeki azınlık okullarının büyük bir kısmı kapatılmış, kalanlar da denetim altına alınmıştı…
Ancak savaşın kaybedilmesi ve Sevr Barış antlaşmasının imzalanması ile yeniden haklarına kavuşmuşlardı…
Osmanlı Devleti’nin fiilen sona ermesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla 6 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat kanunuyla eğitim Maarif Vekâletine bağlanarak ülke içindeki eğitim karmaşası son bulmuştu…
Eğitim kurumlarının tamamı tek çatı altında toplanarak denetim sağlanmıştı… Zaman içerisinde çıkartılan yeni düzenlemelerle ve ekonomik destekle eğitim zemini oturmaya ve olgunlaşmaya başlamıştı…
Günümüze kadar gelen eğitim sistemi, zaman zaman yapılan düzenlemelerle değiştirilmiş olunsa da kendi geleneklerimize has bir eğitim sistemine henüz geçmiş olduğumuzu söyleyemeyiz…
Bu yüzden eğitim kalitesi bölgesel değişiklikler göstermektedir… Bu da ayrı bir dert, ayrı bir tasa ve ayrı bir sorun olarak durmaktadır maalesef!
…
Toparlarsak, son dönemlerde revaçta olan okul öncesi eğitim bir hayli önem kazanmış görünüyor… Özellikle ekonomik değerlerin aşağıya doğru ivme göstermesi annelerin de çalışmasına neden oldu…
Çalışan anne sayısındaki artık kreş ve anaokulu ihtiyacını doğurdu… Zannediyorum bunu fırsat bilen yabancı okullardan Fransız okulları anaokulu ve ilkokula öğrenci alımını yoğunlaştırdı…
Gözden kaçan önemli bir takip açığıydı bu…
Kendi dilini, tarihini, dinini… Kim öğretecekti? Çocuğunu gönderen ailenin çokta umurunda olmayabilir ama bir ülkenin Milli Eğitimi için büyük bir felaketti!
Farkına varan yöneticiler hızlı bir şekilde müdahil olup süreci durdurdu… Ve önümüzdeki süreçte yaşanacak büyük felaketten çocuklarımızı kurtarmış oldu…
Bazılarının hoşuna gitmemiş olabilir ama nasıl ki Türk menşeli okullar yurt dışında kurallara uyuyorsa ve uymayan olunca da hemen müdahale ediliyorsa, aynı şekilde Devletimiz de gereğini yapmıştır…
Bunun üzerine konuşulmaz, yorum dahi yapılamaz!
Çocuklarımız milli bilinçle yetişmelidir… Birilerinin kültürüyle, dini anlayışıyla ve misyonerlik gayesiyle verilecek “çok iyi bir eğitime” Türkiye’nin ihtiyacı yoktur!
Düşünebiliyor musunuz tüm öğretmenler Fransız aralarında bir Türk öğretmen yok… Öğrencilerin birçoğu da Türk… Ne güzel değil mi?
Çocuklarımız tamamen Fransız kültürüyle eğitim görüp yetişecek ama kimse ses çıkarmayacak! Böyle bir hali kimse ama kimse kabul edemezdi!
Devletimiz de buna müsaade etmedi, gereğini yaptı.
Milli duygularla bazı cümleleri kursak da doğruyu söylemekten çekinmemiz lazım…
Her bölgede istenilen düzeyde eğitim kalitesi sağlanamadı… Eğitime büyük bütçeler ayrılmasına karşın tam olarak “Milli” bir eğitim sistemi oluşturulamadı!
Her bölgede sayıl olarak okul ihtiyacı giderilemedi! Sınıf içi kalite tam olarak sağlanamadı!
Öğretmen kadro çeşitliliği bir türlü çözülemedi!
KPSS sınavı ile öğretmen alımı yanlışlığından vazgeçilemedi! Liseden üniversiteye kadar yetişecek öğretmen okul sistemi oluşturulamadı!
…
Saymakla bitmeyen eğitimin sorunları görmezden gelinemez, gelinmemelidir…
Kıymetli yetkililer;
Eğitim bir ülkenin geleceğidir. Yüce Rabbimiz ilim sahibi olanların değerini bizlere şöyle beyan eder “De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alır”…
Dinimiz, insanın bildiklerini başkalarına öğretmesini en büyük infak olarak kabul etmiştir...
Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) “Bilmeyenlere ilim öğretmek sadakadır, sadakanın en faziletlisi de bir Müslüman’ın ilim öğrenmesi ve başkalarına öğretmesidir.” buyurmuştur.
İlk yaratılan Hz. Âdem’e bilmediklerini öğreten Yüce Rabbimizdir… Bunun içindir ki öğretmenlik mesleği yüce, kutsal bir meslektir.
İlgililerin bilgisine…
Vesselam
Hamza KILIÇASLAN