Kültürel değerlerimizden uzaklaştıkça söylenmesi çok güç olan sözcükleri çok rahat ifade etmeye başladık… Kendimizi hayatın akışına bırakarak sorgulamadan yol alamaya başladık…
Muhakemesiz bir yaşam yaşanılmaz bir hayattır…
Bir insan kendisine 5N 1K sorgulaması yapmadan yaşıyorsa, o kişi düşünce yoksunudur bence…
Önce biz insanların kendimize kimlik sorgulaması yapması gerekir… Ben kimim, yaşama gayem nedir, benim için aile kavramı ne ifade eder…
Gibi sorgulamaların içine girmezsek, menzilsiz uçan bir kuş misali havada savrulup gideriz…
Ülkemizde boşanma oranları artarken, doğum oranları azalıyor… Yani, iki olumsuz bir arada hızlı bir şekilde ilerliyor… Bu hususta önleyici hiçbir tedbir de alınmış değil henüz…
Kim, neyi bekliyor bilmiyorum…
Bir insanın evlenme nedeni elbette iyi bir yuvaya sahip olmak içindir… Büyük bir heyecanla ve sevgi yoğunluğuyla çıkılan yolda, süreç içinde her duyguda azalmalar baş göstererek boşanmalar gerçekleşiyor…
TUİK’in verilerine göre;
2024 yılında boşanma oranlarında önceki yıllara kıyasla önemli bir artış görülmüştür: 2024 yılında Türkiye'de toplam boşanma sayısı 210,000'in üzerine çıkmıştır. Bu, 2023 yılına göre %15 oranında bir artış olduğu anlamı taşıyor…
Boşanma sebeplerine bakarsak;
Ekonomik Faktörler
Toplumsal Kültürel Değişimler
Hukuki Süreç Değişimi
Aile içi işsizlik oranın artması ve ev içi ekonominin zayıflaması aile içi çatışmaya dönüşmektedir… Çatışmalar derinleştikçe evlilikler boşanmayla sonuçlanıyor…
Kadınların ekonomik bağımsızlıklarına kavuşması, geleneksel aile yapımızdaki “Aile Reisi” kavramının zayıflamasına ve ev içi otoritenin kısmen yer değişmesine neden olması boşanmaların diğer bir nedenidir… Bu maddeye bakarak kadınların çalışılmasına karşı çıkıyorsun algılamasına neden olmasın… Burada boşanmaların ülkemiz koşullarındaki nedenlerini yazıyorum… Bunu da yazma gereği duyduğum için bir dipnot olarak geçmek istedim…
Toplumumuzda öz güveni yüksek bir genç nesil var!
Ailesinden uzak bağımsız yaşama isteği ve yeni evli çiftlerin evi yönetecek kabiliyetlerinin yetersiz oluşu kısa sürede çatışma ortamına neden oluyor…
Büyük bir özveri ile çıkılan evlilik maceraları, ne yazık ki geniş aile yapısından yoksun bu tür çekirdek aile yapılarında büyüklerin psikolojik desteği olmadığından, kısa sürede boşanmayla neticeleniyor…
“Sadakat” her işte olduğu gibi evliliğin de dinamosudur… Sürdürülebilir bir evlilik için güven olmazsa olmazdır… Toplumsal değişim, maalesef güvenin içini boşalttı… Televizyon dizileri, sosyal medya, farklı kültürlere mensup göçmenlerin varlığı vb. birçok neden aile müessesinin içini boşalttı…
Gün geçtikçe daha kötü bir hal alıyor!
Avrupa Birliği müzakere süreci ile medeni kanunda esnetmeler olmuştu… Dolayısıyla boşanmak zorken, kolay hale geldi… Yapılan hukuki düzenlemeler bir yönden müzakerelerle uyumlu olurken, diğer yandan aile mefhumuna darbe vurdu maalesef!
Bu vahim vaziyetin kısa sürede toparlanarak düzelmesi en büyük temennimdir…
Bizde hal böyleyken, okyanus ötesi ülkelerinden olan ve en gelişmiş ülke kategorisinde olduğu kabul edilen ABD’de yapılan bir araştırmaya göre boşanmaların sebepleri arasında;
Birinci sırada evliliklerde tutunamama var… Yani, bizdeki gibi eşlerin aynı evde evi birlikte sürdürememeleri, diğer bir ifade ile yönetememeleridir…
Diğer bir neden %60 ile sadakatsizlik yer alıyor…
Kültürler değişiyor ama sonuç değişmiyor… Güven çok önemli bir kavramdır çünkü güvenmenin milliyeti yoktur; insani bir duygudur…
ABD’de boşanmalarda bana ilginç gelen şiddet maddesi oldu… Amerika’da evliliklerin %25’i aile içi şiddetten ötürü oluyormuş… Dünyanın en gelişmiş ülkesinde bile %25…
Madde bağımlılığı, maddi geçimsizlik ve evliliğin öneminin anlaşılamaması gibi bazı nedenler de yapılan araştırmada yer alıyor…
İnsanoğlunun olduğu her yerde din, dil, mezhep farkı gözetmeksizin yaşanılanlar benzerdir… Çünkü insanoğlu canlı bir varlık olarak bir bütündür; yaratılış olarak insana ait tüm özellikleri taşır…
Din, dil, renk fark etmeksizin hangi kültüre sahip olursa olsun arzuları değişmez…
Tıpkı yeni doğan bir bebeğin anne sütüne ihtiyaç duyduğu gibi, dünyadaki her çocuğun bir çikolatayla en mutlu olması gibi…
İnsan özü itibariyle aynıdır, değişmez…
İnsanı değiştiren tek şey İNANÇ-tır.
Karl Marx, “Din halkın afyonudur.” der…
Burada kast edilen şeyi yorumlarsak, dinin insanı uyuşturduğu ve gerçek duygularını dışa vurmasını engellediğini söyleniyor…
Bu düşünce gerçeklikten uzak ve her daim karşı çıktığım, benimsemediğim bir düşüncedir…
Din, insana ahlaki bir duruş katarak, insanlar arası iletişimi edep kuralları ölçüsünde sürdürmesini sağlayarak, her insanın toplumsal erdemlere sahip olmasını önceliyor…
Marx’ın dini afyon olarak görmesindeki neden de tam da bu zaten…
İnsan gibi yaşamayı değil, kuralsız, serbest diğer bir ifade ile nizamsız bir yaşam taraftarı bu düşünce…
Her kültürde inançlar ve yasaklar vardır… Cengiz Han, Cengiz Yasaları ile ülkesinde sağlam temeller oluşturarak ahlaki asayişi sağlamıştır…
Cengiz yasalarıyla, hırsızlığı, zinayı yasaklamış, öğretmenlerden, doktorlardan vergiyi muaf tutmuştur…
Budizm inancında da Zina yasaklanmış, hırsızlık büyük bir ayıp olarak görülmüştür… Dört semavi dinde de aynıdır…
Velhasıl, farklı dinamiklerle açıklamalar yapsak da yazımızın genel çerçevesi insan ve ahlak olduğu için, farklı anlayışların bakış açılarını yazdık…
Aile müessesesini ayakta tutmak istiyorsak, öz kültürümüzden beslenerek geniş aile yapılarına yeniden hızlı bir şekilde dönmek zorundayız…
Ülkemizin refahı ve erdemli bir genç nesil için bu, olmazsa olmazdır bence.
Vesselam
Hamza KILIÇASLAN